Yaratıcı’yı, yaratmış olduğu şeyleri inceleyerek, gerçekten daha iyi anlayabilir miyiz? Konuya ışık tutabilmesi için, bu
derslerde her zaman yapacağımız gibi, örnekleyici bir öykü üzerinde düşünelim.
Senem Hanım anaokulu öğrencilerini bahçeye çıkardı ve büyük bir incir ağacının altına oturttu. Ağaç, ilkbaharın son günlerinin parlak güneşine iyi bir korunak sağlıyordu.
“Evet çocuklar” dedi, “şimdi küçük bir oyun oynayacağız. Bildiğiniz gibi dün her birinizden geçen hafta sınıfta yapmış
olduğunuz resimleri ve oyuncakları vermenizi istemiştim. Bugün bu resimlerin ve oyuncakların hepsini grubun önüne koyacağız. Fakat onları kimin yaptığını size söylemeyeceğim. Kimin yaptığını siz tahmin edeceksiniz.”
Ömer sabırsızca elini kaldırarak, “Öğretmenim” dedi. “Öğretmenim!”
Senem Hanım, “Evet, Ömer” dedi. “Bir şey mi sormak istiyorsun?”
“Öğretmenim, kimin neyi yaptığını nasıl bilebiliriz ki? Sadece tahmin edebiliriz.”
“İyi bir soru, Ömer. Fakat göreceğimiz gibi, bir kişi hakkında yaptıkları şeyler yoluyla pek çok şey öğrenebiliriz. Örneğin, işte lego setimizden yapılmış bir oyuncak. Sence onu kim yapmıştır?”
Ömer omuzlarını silkti. “Ben nereden bileyim?”
Senem Hanım, “Öyleyse buna bir bakalım” dedi. “Nedir bu?”
Ayşe elini kaldırdı. “Bir kamyon.”
Öğretmen, “Doğru!” dedi. “Bu bilgi size onu yapan kişi hakkında ne anlatıyor?”
Elif gülerek, “O bir erkek çocuk” dedi.
Senem Hanım, “Olabilir” dedi. “Neden böyle düşünüyorsun?”
Nurcan gerçekçi bir tavırla, “Çünkü erkekler kamyonları, kızlar ise bebekleri sever” dedi.
“Yüzde yüz emin olamayız, fakat çok iyi bir tahmin, öyle değil mi çocuklar? Bunu yapan kişi hakkında başka ne söyleyebiliriz?” öğretmen ekledi.
Engin, “Belki inşa etmeyi seviyordur” diye ekledi.
Senem Hanım, “Neden öyle diyorsun, Engin?” diye sordu.
“Çünkü resim yapmamış. Bir resim daha... şey... düzdür.
Kamyon ise... gerçek bir oyuncaktır.”
Öğretmen, “Hmm” dedi, “Bu konuda haklı olabilirsin. Başka ne diyebiliriz?”
“Kamyonunun çok sağlam olmasını istemiş. Kamyon kolay kırılmıyor. Çok sağlam.”
“Doğru, Birgül. Kamyonu çok sağlam yapmış” diye ekledi öğretmen.
Mustafa, “Sınıfın sağ tarafında oturuyor” dedi.
Senem Hanım bu tespite biraz şaştı. Kamyonu yapanın sınıfın hangi tarafında oturduğu nasıl anlaşılabilirdi?
“Neden öyle dedin, Mustafa?”
“Çünkü yeşil boyayla boyamış. Ben sınıfın sol tarafında çalıştım, bizim boya setimizde o renk yok.”
“Çok iyi bir gözlem, Mustafa, tebrikler.”
Sevim, “Ben onu kimin yaptığını biliyorum” dedi. “Sefa.”
Senem Hanım, “Öyle mi?” dedi. “Peki bunu nereden biliyorsun?”
“İki nedeni var. Birincisi, arka camında aslan çıkartması var.
Sefa’nın pek çok hayvan çıkartmaları var. İkincisi, gülüyor!”
Çocuklar, kamyonu inceleyerek onu yapan kişi hakkında bazı şeyleri anlayabilmişlerdi. Yaşımız büyüdükçe, insanlar hakkında yaptıkları işlere bakarak daha da fazla bilgi edinebiliriz. Yaratmış olduğu şeyleri inceleyerek Yaratıcı’yı daha iyi anlayabilir miyiz? Evet. Davut peygamberin Allah’ın muhteşem işlerini düşünerek aklına gelenleri 8. Mezmur, 3. ve 4. ayetlerde okuyalım:
3 Seyrederken ellerinin eseri olan gökleri, Oraya koyduğun ayı ve yıldızları, 4 Soruyorum kendi kendime: “İnsan ne ki, onu anasın, Ya da insanoğlu ne ki, ona ilgi gösteresin?”
Davut peygamber evrenin ne kadar uçsuz bucaksız ve inanılmaz olduğunu düşündüğünde, Allah’ın kendi gibi küçük bir yaratığa dahi özen gösteren sevgi dolu karakterine hayret etti. Yaratılış, Davut peygambere Yaratıcı hakkında bir şeyler açıklamıştı. Öyleyse Allah’ın peygamberleri tarafından Kutsal Kitaplarda kaydedilen yaratılış öyküsüne bakalım.
Müslümanların, Yahudilerin ve Hıristiyanların yüzyıllardır, yaratılışla ilgili olarak Allah’ın vahyettiği en açık ve en ayrıntılı kayıt olduğuna inandığı kayıtlara bakarak başlayabiliriz. Bu kayıtlar, pek çok kişinin Kitabı Mukaddes adını verdiği kutsal yazılarda bulunur.
Kitabı Mukaddes Tevrat, Zebur ve İncil’den oluşur. Bu derlemenin modern çevirilerinden birine Kutsal Kitap adı verilmiştir. Yaptığımız alıntılar büyük ölçüde bu modern çeviriden gelmektedir. Yaratılış adındaki ilk kitapçıkta, 1. bölüm, 1–5 ayetleriyle başlayalım:
1 Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. 2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. 3 Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. 4 Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. 5 Işığa “Gündüz”, karanlığa “Gece” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.
Kitabı Mukaddes (KM), diğer adıyla Kutsal Kitap (KK), Allah’ın gökleri ve yeri yarattığını söyler. Kutsal yazılar Allah’ın varlığını kanıtlamaya çalışmaz. Bunu bir olgu olarak bildirir. Kutsal yazılar ayrıca Allah’ın konuşarak yarattığını belirtir. O basit bir cümle söylemiş ve ışık ortaya çıkmıştır, tıpkı bir elektrik düğmesini açar gibi. Gazların karışımından, bir kıvılcımdan, hatta ışığın meydana geldiği bir büyük patlamadan hiç bahsedilmez. Evet, Kutsal Kitap, Allah konuştuğunda, O’nun Sözünün maddeyi meydana getirecek güce sahip olduğunu söyler. Geleceğinizi iyi yönde değiştirmek isterseniz, hiçlikten bir şeyler yaratabilen Kişi’yle iletişim içinde olmanız daha iyi olmaz mı?
Bazı kişiler, Musa peygamberin kullandığı “gün” sözcüğünü “belirsiz bir zaman dilimi” olarak yorumlamak ister. Ancak Kitabı Mukaddes’in (yani Kutsal Kitap’ın) diğer kısımlarında “gün”ün, “24 saatlik zaman dilimi” anlamına gelmesini tercih ederler. Kutsal yazılara tutarlı bir şekilde bakalım. Sonuç olarak, bir Varlık maddeyi konuşarak yaratabiliyorsa, O’nun dünyayı kısa bir sürede meydana getirebilmesi neden zor olsun? 1. bölüme, 6–8 ayetlerini okuyarak devam edelim:
6 Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. 7 Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. 8 Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
Burada yine, Allah’ın, yaratılışın ikinci gününde ve konuştuğu sözüyle, gök dediğimiz varlığı meydana getirdiğini görüyoruz. Kutsal Kitap bize dünyanın nasıl görünmüş olabileceğine dair net bir resim veriyor. Yerin yüzeyinde su, geniş bir hava boşluğu ve göğün üzerinde bir kat daha su vardı. Bu su katmanının, güneşin zararlı ışınlarını süzerek canlıların daha uzun yaşamasını ve daha fazla büyümesini sağlayan kalın bir bulut gibi olduğu düşünülüyor. Allah’ın yapmak istediği şeyleri en küçük ayrıntısına kadar bilmesi şaşılacak şey. 9–13 ayetlerinde birkaç ayrıntıyı daha görelim:
9 Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” diye buyurdu ve öyle oldu. 10 Kuru alana “Kara”, toplanan sulara “Deniz” adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 11 Tanrı, “Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin” diye buyurdu ve öyle oldu. 12 Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 13 Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
Böylece, üçüncü günde Allah karaları meydana getirerek suları ayırdı ve karaları bitkilerle doldurdu. Burada ilginç bir tespitte bulunabiliriz. Bu noktaya kadar Kutsal Kitap Allah’ın hayvanları yaratmasından hiç bahsetmiyor. Hatta, yalnızca bitkileri yaratmış. Fakat doğayı gözlemlediğimizde, pek çok bitkinin yaşamlarını sürdürmek için böceklere ve kuşlara ihtiyaç duyduğunu görüyoruz. Çiçeklerinin polenlerinin yayılması (tozlanması) gerekir, bu da, bu tozlanmanın büyük kısmını mümkün hale getiren arıların, sinekkuşlarının ve diğer böceklerin işidir. Evrim, hayvan hayatının gelişebilmesi için milyonlarca yıl gerektiğini söyler. Evrim gerçek olsaydı, ilk bitkiler nasıl tozlanacaktı ve ilk arı nereden geldi? Bu arı kraliçe miydi, erkek mi, yoksa işçi arı mıydı? Kraliçe arının üremek için erkek arıya, erkek arıların ise üremek için kraliçeye ihtiyaçları vardır. İşçi arılar ise kendi başlarına üreyemez. Üç çeşit arının da aynı anda, etkileşimli olarak çalışan çeşitli özelliklere sahip bir halde meydana gelmeleri mantıklı görünüyor. Aksi halde sistem çalışmazdı. Hayatta kalmak için bitkiler hayvanlara, hayvanlar ise bitkilere ihtiyaç duyarlar. Hepsi aynı anda, birbirlerine mükemmel ölçüde uygun olarak mı evrimleşti? Hayır, bu konudaki istatistikler bu olasılığı imkânsız olarak niteliyor. Bu, bizi akla yatkın tek gerçekle, Allah’ın her şeyi olduğu gibi ve bir anda yarattığıyla baş başa bırakıyor. Ancak öykü burada bitmiyor. Neler olduğunu
görmek için Yaratılış 1. bölümün 14–19 ayetlerine bakalım:
14–15 Tanrı şöyle buyurdu: “Gökkubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri,
mevsimleri, günleri, yılları göstersin.” Ve öyle oldu. 16 Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. 17–18 Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gökkubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 19 Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
Güneş ve ay bitkilerden sonra yaratıldıysa, bunun çok hızlı bir şekilde meydana gelmiş olması gerekir, zira bitkiler yaşamlarını sürdürmek için güneşe ihtiyaç duyar. Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günler, çağlar boyu sürmüş olamaz. Hayır, Kutsal Kitap’ta bahsedilen “günler”, bugün yaşadığımız gibi, gerçek anlamda 24 saatlik zaman dilimleridir. Bu yüzden Musa Peygamber’in sözleri hem mantıklı hem de kesindir. Bu da bizi, 20–31 ayetlerinde anlatılan beşinci ve altıncı günlere getiriyor:
20 Tanrı, “Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun” diye buyurdu. 21 Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. 22 Tanrı, “Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın” diyerek onları kutsadı. 23 Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu. 24 Tanrı, “Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen1 türetsin” diye buyurdu. Ve öyle oldu. 25 Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. 26 Tanrı, “İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.” 27 Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. 28 Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. 29 İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. 30 Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere –soluk alıp veren bütün hayvanlara– yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu. 31 Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah
oldu ve altıncı gün oluştu.
Pek çok kitapta, öykünün gelişerek ilginç hale gelmesi için birkaç sayfa okumanız gerekir. Ancak burada, Musa Peygamber’in kutsal yazılarının daha başında, pek çok sürükleyici şey öğreniyoruz. Allah’ın her şeyi Kendi Sözünün gücüyle ve yalnızca altı gün içinde yarattığını öğrendik. Allah, yaratıcı faaliyetinin sonunda, her şeyin çok iyi olduğunu bildirdi, vasat veya idare eder olarak değil. İnsanlar vejetaryen olarak yaratılmıştı, hayvanlar da öyle, bu nedenle ölüm de yoktu. Allah bizi ölmemiz için yaratmadı. İnsanların ve hayvanların birlikte sonsuza dek yaşamaları için bir cennet bahçesi yarattı. Allah sevgi ise ve her şeye gücü yeterse, bunu bekleriz.
Ancak evrimi öğretenler bize farklı bir öykü anlatıyor. Onların ifadesine göre, ölüm her zaman evrim sürecinde temel bir unsur olmuştur. Zayıf türlerin ölümünün daha güçlü ve etkili yaşam biçimlerinin yolunu açtığını söylüyorlar. Ancak ilginçtir ki, yeni türlerin doğumunu görmek bir yana, mevcut türlerin bozulduğunu görüyoruz. Eşya, doğal olarak düzenden düzensizliğe doğru ilerler, aksi yönde değil. Doğuyoruz, sonra ölüyoruz. Allah dünyayı evrimle yarattıysa, ölümü kasıtlı olarak yaratmış demektir, ancak ölümün iyi bir şey olmadığını herkes kabul eder. Ölümü Allah yarattıysa, şu can alıcı soruyu sormamız gerekir: Allah iyi midir? Peki Allah ölümü yaratmadıysa, ölüm nereden gelmiştir? Peki gezegenimiz Allah’ın başlangıçta yarattığından neden bu kadar farklı? (Bu soruların yanıtını ilerleyen derslerimizden birinde göreceğiz.)
Bilim adamları, evrimin devam etmesine izin verdiği hayvanları ve bunların üreme biçimlerini seçerken son derece etkin olduğu düşüncesini övünerek anlatırlar. Ancak, yaratılan tüm hayvanlar, birkaç istisna dışında, üremek için erkek ve dişiye ihtiyaç duyarlar. Bu karmaşık bir üreme sistemidir. Daha etkin ve elverişli bir yöntem, kendi kendine üreme olurdu. Yani, canlıların bir eşe ihtiyaç duymadan kendi başlarına üreyebilmesi. Fakat bunu nadiren görüyoruz. Neden? Bunun nedeni Allah’ın hayvanları ikişer ikişer üreyecek şekilde tasarlamış olmasıdır, tesadüfen ve evrimle değil. Sistemin karmaşıklığı başlı başına, evrenimizin her unsurunu sistematik biçimde yaratan bir Tasarımcı’ya işaret ediyor. Yaratılış öyküsü bu Tasarımcı’nın yedinci günde yaptığıyla devam ediyor. Bu tanım için Yaratılış 2. bölüm,
1–3 ayetlerine bakalım:
1 Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. 2 Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. 3 Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.
Allah yaratma faaliyetini altıncı günde bitirdi ve yedinci günde çalışmadı. Bunun yerine, haftanın yedinci gününü kutsal bir gün, işlerden dinlenme günü olarak belirledi. Haftanın nereden geldiğini hiç merak ettiniz mi? Bir gün dünyanın kendi ekseni etrafında bir tur döndüğü süredir. Bir ay, ayın dünyanın çevresinde bir devir yaptığı süredir. Bir yıl, dünyanın güneş etrafında döndüğü süredir. Peki, yedi günlük hafta nereden geliyor? Allah’ın dünyayı altı günde yaratması ve yedinci günde dinlenmesinden geliyor. Allah bu günü hem kutsadı, hem de kutsal bir gün olarak belirledi. Bu evrim değil, yaratılış!
Bazı insanlar Kutsal Kitap’ın sözlerini değerlendirmek için uranyum ve karbon tarihleme sistemlerine güveniyorlar. Bu bilimsel yöntemlerin evrimi kanıtladığı iddia ediliyor. Ancak bu yaklaşımın temel bir sorunu var. Bu yöntemler, yalnızca şu anda gördüklerimize dayalı.
Adamın biri bir gün Burdur’dan Antalya’ya gidiyormuş, ancak parası ve arabası yokmuş. Böylece otostop yaparak gidebileceğini umarak yürümeye başlamış. Yolda biri onu görerek acımış ve neredeyse Antalya’ya kadar getirmiş. Ancak sürücü başka bir yere gittiğinden, adamın inerek kente kalan birkaç kilometreyi yürümesi gerekmiş. Kısa bir süre sonra, birinin çantasını çalan bir hırsızı arayan jandarmalar adamı durdurmuş. Sorgulamaya başlamışlar.
“Nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun?” diye sormuşlar.
Adam “Bu sabah Burdur’dan Antalya’ya doğru yürümeye başladım” demiş.
Asker “Bu imkânsız” demiş, “Burdur’dan buraya sabahtan öğlene kadar yürüyemezdin. Yalan söylüyorsun.”
Adam “Yalan söylemiyorum” demiş, “tüm olayı yalnızca şimdi gördüğünüzle değerlendiriyorsunuz.”
İnsanlar dünya tarihini şimdi gördüklerine göre değerlendiriyor. Jandarmaların adamın yolun çoğunda arabayla geldiğini görmedikleri gibi, evrimciler de Allah’ın maddeyi konuşarak meydana getirdiğini kendi gözleriyle görmüyor, bu nedenle hiçbir zaman böyle bir şey olmadığını sanıyorlar. Bunun yerine, fikirlerini yalnızca şu an görebildiklerimizi değerlendiren yöntemlere dayandırıyorlar. Öğrendiklerimize göre de, Allah’ın yarattığı dünya ile şimdi üzerinde yaşadığımız dünya aynı değil. Bir şeyler oldu ve dünya değişti! Daha tehlikeli bir hale geldi.
Öyleyse, tehlikeli bir dünyada kaderinizi nasıl değiştirebilirsiniz? Pek çok kişi bilimin bir yanıt bulabileceğine inanmaktadır. Ancak bilim, yalnızca mevcut koşullarda inceleme yapabilecek ölçüde kısıtlı ise, gezegenimizi başlangıçtaki durumuna geri döndürecek bir çözümü nasıl bulabilir ki? Dahası, gezegenimiz başlangıçtaki durumuna geri döndürülebilir mi, yoksa geri alınamaz bir olay mı gerçekleşti? Tüm güveninizi böyle bir bilime bağlayacaksanız, uzun bir süre bekleyebilirsiniz. Sayısız araştırmacı ve bilim adamı, tüm insanların en büyük kaderi olan ölüme bir çare araştırmaktadır. Fakat bunu değiştirebilmenin bir yolunu halen bulamamışlardır. Bu arada ne yapacaksınız, sizden önceki milyonlarca kişi gibi ölmeyi
mi bekleyeceksiniz?
Diğer seçenek, sizi yaratan Kişi’yle ilişki kurarak, tehlikeli bir dünyada kaderinizi değiştirme imkânını araştırmanızdır. Yaratıcı’yı tanıyarak, O’nun hayatlarımızda neleri değiştireceğini, neleri değiştirmeyeceğini öğrenebiliriz. Neyin kader olduğunu, neyin olmadığını görebiliriz.
Kutsal yazılarda kayıtlı olan dünyamızın yaratılışı öyküsüne baktığımızda, Yaratıcımız hakkında ne öğrendik? Yalnızca konuşarak herhangi bir şeyi ve her şeyi değiştirme gücüne sahip olduğunu öğrendik! O’nun her şeyi çok iyi yaptığını öğrendik. Hastalık, ölüm veya öldürme yoktu. Allah’ın yalnızca kudretli olmakla kalmayıp, ayrıca iyi olan her şeyi sevdiğini de gördük. Bu sizde O’nu daha iyi tanıma isteği uyandırmıyor mu?
İncelemek için elimizde yalnızca hayvanların diğer hayvanları yediği, depremlerde binaların masum insanların üzerine yıkıldığı, teröristlerin ölüm saçtığı doğal dünya olsaydı, hatalı sonuçlar ulaşabilirdik. Her yerde ölüm ve hastalık görüyoruz ve bazı insanlar şöyle söylüyorlar: “Bunu Allah yarattıysa, O iyi değil. Allah’a inanmamayı seçiyorum.”
Ancak örneğimizden, şu anda görmekte olduğumuzun mutlaka “olan” olması gerekmediğini öğrendik. Dünyamız başlangıçtan beri şimdi olduğu gibi dikenler ve virüslerle dolu değildi, ancak bizim görmediğimiz bir değişim gerçekleşti. Dünyanın eskiden nasıl olduğunu bilimden değil, kutsal yazılardan öğrendik.
Doğru sonuçlara ulaşabilmek için hem bilime, hem de kutsal yazılara bir arada ihtiyacımız var. Bunlar birlikte Yaratıcımız’a dair daha eksiksiz bir resim oluştururlar. Yaratıcımız’a dair daha eksiksiz bir resim ile, Allah’ın hayatlarımızda neleri değiştirip neleri değiştirmeyeceğini öğrenebiliriz. İmanın, duanın ve kurbanın Allah’la olan ilişkimizde oynadığı rolleri öğrenebiliriz.
Bunu gerçekleştirebilmek için, Yaratıcı’nın yalnızca karakterini değil, tarih boyunca yaptığı eylemleri de incelememiz gerek – O’nun kutsal peygamberleri tarafından kaydedilen bir tarihte. Yaratılış, Yaratıcı hakkında bilgileri ortaya koymaktadır. Fakat Yaratıcı’nın eylemleri, O’nun karakteri hakkında daha da fazla şey bildirir. Tehlikeli bir dünyada kaderinizi nasıl değiştirebileceğinizi öğrenmek istiyor musunuz? Evet, tabii ki istiyorsunuz! Ellerinizde, kaderinizin kilidini açacak bir anahtar bulunuyor. Onu çevirerek kapıyı açacak mısınız?
Tartışma Soruları
1. Charles Darwin türlerin kökeni ve evrimle ilgili fikirlerini açıkladığında, tek hücreli organizmaların çok basit
olduklarını düşünmüştü. Fakat modern bilim, bu canlıların, yapılarının haritasını çıkarmak için dünyanın en büyük
bilgisayarlarını gerektirecek kadar karmaşık olduklarını ortaya koydu! Bu size yaratılış ve Yaratıcı hakkında ne
bildiriyor?
2. Kaderimizi değiştirmek istiyorsak, kaderimizi denetleyen şeyin ne olduğunu anlamamız gerekir. Sizce sizin
kaderinizi denetim altında tutan nedir?
3. Bu derste, yaşadığımız tehlikeli dünyada kaderimizi değiştirme arayışında yardımcı olacak neler öğrendik?
4. Kutsal Kitap, “Tanrı yarattıklarına baktı ve herşeyin çok iyi olduğunu gördü” diyor. Bu kavramın kaç kere
tekrarlandığına dikkat edin. Sizce, Allah mükemmellikten yana bir Tanrı mı? Öyle ise, dünyanın mevcut durumu
hakkında ne hissediyor olmalıdır?
1 “Sürüngen”: İbranice sözcük fare, böcek gibi öteki kara hayvanlarını da kapsıyor.
derslerde her zaman yapacağımız gibi, örnekleyici bir öykü üzerinde düşünelim.
Senem Hanım anaokulu öğrencilerini bahçeye çıkardı ve büyük bir incir ağacının altına oturttu. Ağaç, ilkbaharın son günlerinin parlak güneşine iyi bir korunak sağlıyordu.
“Evet çocuklar” dedi, “şimdi küçük bir oyun oynayacağız. Bildiğiniz gibi dün her birinizden geçen hafta sınıfta yapmış
olduğunuz resimleri ve oyuncakları vermenizi istemiştim. Bugün bu resimlerin ve oyuncakların hepsini grubun önüne koyacağız. Fakat onları kimin yaptığını size söylemeyeceğim. Kimin yaptığını siz tahmin edeceksiniz.”
Ömer sabırsızca elini kaldırarak, “Öğretmenim” dedi. “Öğretmenim!”
Senem Hanım, “Evet, Ömer” dedi. “Bir şey mi sormak istiyorsun?”
“Öğretmenim, kimin neyi yaptığını nasıl bilebiliriz ki? Sadece tahmin edebiliriz.”
“İyi bir soru, Ömer. Fakat göreceğimiz gibi, bir kişi hakkında yaptıkları şeyler yoluyla pek çok şey öğrenebiliriz. Örneğin, işte lego setimizden yapılmış bir oyuncak. Sence onu kim yapmıştır?”
Ömer omuzlarını silkti. “Ben nereden bileyim?”
Senem Hanım, “Öyleyse buna bir bakalım” dedi. “Nedir bu?”
Ayşe elini kaldırdı. “Bir kamyon.”
Öğretmen, “Doğru!” dedi. “Bu bilgi size onu yapan kişi hakkında ne anlatıyor?”
Elif gülerek, “O bir erkek çocuk” dedi.
Senem Hanım, “Olabilir” dedi. “Neden böyle düşünüyorsun?”
Nurcan gerçekçi bir tavırla, “Çünkü erkekler kamyonları, kızlar ise bebekleri sever” dedi.
“Yüzde yüz emin olamayız, fakat çok iyi bir tahmin, öyle değil mi çocuklar? Bunu yapan kişi hakkında başka ne söyleyebiliriz?” öğretmen ekledi.
Engin, “Belki inşa etmeyi seviyordur” diye ekledi.
Senem Hanım, “Neden öyle diyorsun, Engin?” diye sordu.
“Çünkü resim yapmamış. Bir resim daha... şey... düzdür.
Kamyon ise... gerçek bir oyuncaktır.”
Öğretmen, “Hmm” dedi, “Bu konuda haklı olabilirsin. Başka ne diyebiliriz?”
“Kamyonunun çok sağlam olmasını istemiş. Kamyon kolay kırılmıyor. Çok sağlam.”
“Doğru, Birgül. Kamyonu çok sağlam yapmış” diye ekledi öğretmen.
Mustafa, “Sınıfın sağ tarafında oturuyor” dedi.
Senem Hanım bu tespite biraz şaştı. Kamyonu yapanın sınıfın hangi tarafında oturduğu nasıl anlaşılabilirdi?
“Neden öyle dedin, Mustafa?”
“Çünkü yeşil boyayla boyamış. Ben sınıfın sol tarafında çalıştım, bizim boya setimizde o renk yok.”
“Çok iyi bir gözlem, Mustafa, tebrikler.”
Sevim, “Ben onu kimin yaptığını biliyorum” dedi. “Sefa.”
Senem Hanım, “Öyle mi?” dedi. “Peki bunu nereden biliyorsun?”
“İki nedeni var. Birincisi, arka camında aslan çıkartması var.
Sefa’nın pek çok hayvan çıkartmaları var. İkincisi, gülüyor!”
Çocuklar, kamyonu inceleyerek onu yapan kişi hakkında bazı şeyleri anlayabilmişlerdi. Yaşımız büyüdükçe, insanlar hakkında yaptıkları işlere bakarak daha da fazla bilgi edinebiliriz. Yaratmış olduğu şeyleri inceleyerek Yaratıcı’yı daha iyi anlayabilir miyiz? Evet. Davut peygamberin Allah’ın muhteşem işlerini düşünerek aklına gelenleri 8. Mezmur, 3. ve 4. ayetlerde okuyalım:
3 Seyrederken ellerinin eseri olan gökleri, Oraya koyduğun ayı ve yıldızları, 4 Soruyorum kendi kendime: “İnsan ne ki, onu anasın, Ya da insanoğlu ne ki, ona ilgi gösteresin?”
Davut peygamber evrenin ne kadar uçsuz bucaksız ve inanılmaz olduğunu düşündüğünde, Allah’ın kendi gibi küçük bir yaratığa dahi özen gösteren sevgi dolu karakterine hayret etti. Yaratılış, Davut peygambere Yaratıcı hakkında bir şeyler açıklamıştı. Öyleyse Allah’ın peygamberleri tarafından Kutsal Kitaplarda kaydedilen yaratılış öyküsüne bakalım.
Müslümanların, Yahudilerin ve Hıristiyanların yüzyıllardır, yaratılışla ilgili olarak Allah’ın vahyettiği en açık ve en ayrıntılı kayıt olduğuna inandığı kayıtlara bakarak başlayabiliriz. Bu kayıtlar, pek çok kişinin Kitabı Mukaddes adını verdiği kutsal yazılarda bulunur.
Kitabı Mukaddes Tevrat, Zebur ve İncil’den oluşur. Bu derlemenin modern çevirilerinden birine Kutsal Kitap adı verilmiştir. Yaptığımız alıntılar büyük ölçüde bu modern çeviriden gelmektedir. Yaratılış adındaki ilk kitapçıkta, 1. bölüm, 1–5 ayetleriyle başlayalım:
1 Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. 2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. 3 Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. 4 Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. 5 Işığa “Gündüz”, karanlığa “Gece” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.
Kitabı Mukaddes (KM), diğer adıyla Kutsal Kitap (KK), Allah’ın gökleri ve yeri yarattığını söyler. Kutsal yazılar Allah’ın varlığını kanıtlamaya çalışmaz. Bunu bir olgu olarak bildirir. Kutsal yazılar ayrıca Allah’ın konuşarak yarattığını belirtir. O basit bir cümle söylemiş ve ışık ortaya çıkmıştır, tıpkı bir elektrik düğmesini açar gibi. Gazların karışımından, bir kıvılcımdan, hatta ışığın meydana geldiği bir büyük patlamadan hiç bahsedilmez. Evet, Kutsal Kitap, Allah konuştuğunda, O’nun Sözünün maddeyi meydana getirecek güce sahip olduğunu söyler. Geleceğinizi iyi yönde değiştirmek isterseniz, hiçlikten bir şeyler yaratabilen Kişi’yle iletişim içinde olmanız daha iyi olmaz mı?
Bazı kişiler, Musa peygamberin kullandığı “gün” sözcüğünü “belirsiz bir zaman dilimi” olarak yorumlamak ister. Ancak Kitabı Mukaddes’in (yani Kutsal Kitap’ın) diğer kısımlarında “gün”ün, “24 saatlik zaman dilimi” anlamına gelmesini tercih ederler. Kutsal yazılara tutarlı bir şekilde bakalım. Sonuç olarak, bir Varlık maddeyi konuşarak yaratabiliyorsa, O’nun dünyayı kısa bir sürede meydana getirebilmesi neden zor olsun? 1. bölüme, 6–8 ayetlerini okuyarak devam edelim:
6 Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. 7 Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. 8 Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
Burada yine, Allah’ın, yaratılışın ikinci gününde ve konuştuğu sözüyle, gök dediğimiz varlığı meydana getirdiğini görüyoruz. Kutsal Kitap bize dünyanın nasıl görünmüş olabileceğine dair net bir resim veriyor. Yerin yüzeyinde su, geniş bir hava boşluğu ve göğün üzerinde bir kat daha su vardı. Bu su katmanının, güneşin zararlı ışınlarını süzerek canlıların daha uzun yaşamasını ve daha fazla büyümesini sağlayan kalın bir bulut gibi olduğu düşünülüyor. Allah’ın yapmak istediği şeyleri en küçük ayrıntısına kadar bilmesi şaşılacak şey. 9–13 ayetlerinde birkaç ayrıntıyı daha görelim:
9 Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” diye buyurdu ve öyle oldu. 10 Kuru alana “Kara”, toplanan sulara “Deniz” adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 11 Tanrı, “Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin” diye buyurdu ve öyle oldu. 12 Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 13 Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
Böylece, üçüncü günde Allah karaları meydana getirerek suları ayırdı ve karaları bitkilerle doldurdu. Burada ilginç bir tespitte bulunabiliriz. Bu noktaya kadar Kutsal Kitap Allah’ın hayvanları yaratmasından hiç bahsetmiyor. Hatta, yalnızca bitkileri yaratmış. Fakat doğayı gözlemlediğimizde, pek çok bitkinin yaşamlarını sürdürmek için böceklere ve kuşlara ihtiyaç duyduğunu görüyoruz. Çiçeklerinin polenlerinin yayılması (tozlanması) gerekir, bu da, bu tozlanmanın büyük kısmını mümkün hale getiren arıların, sinekkuşlarının ve diğer böceklerin işidir. Evrim, hayvan hayatının gelişebilmesi için milyonlarca yıl gerektiğini söyler. Evrim gerçek olsaydı, ilk bitkiler nasıl tozlanacaktı ve ilk arı nereden geldi? Bu arı kraliçe miydi, erkek mi, yoksa işçi arı mıydı? Kraliçe arının üremek için erkek arıya, erkek arıların ise üremek için kraliçeye ihtiyaçları vardır. İşçi arılar ise kendi başlarına üreyemez. Üç çeşit arının da aynı anda, etkileşimli olarak çalışan çeşitli özelliklere sahip bir halde meydana gelmeleri mantıklı görünüyor. Aksi halde sistem çalışmazdı. Hayatta kalmak için bitkiler hayvanlara, hayvanlar ise bitkilere ihtiyaç duyarlar. Hepsi aynı anda, birbirlerine mükemmel ölçüde uygun olarak mı evrimleşti? Hayır, bu konudaki istatistikler bu olasılığı imkânsız olarak niteliyor. Bu, bizi akla yatkın tek gerçekle, Allah’ın her şeyi olduğu gibi ve bir anda yarattığıyla baş başa bırakıyor. Ancak öykü burada bitmiyor. Neler olduğunu
görmek için Yaratılış 1. bölümün 14–19 ayetlerine bakalım:
14–15 Tanrı şöyle buyurdu: “Gökkubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri,
mevsimleri, günleri, yılları göstersin.” Ve öyle oldu. 16 Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. 17–18 Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gökkubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 19 Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
Güneş ve ay bitkilerden sonra yaratıldıysa, bunun çok hızlı bir şekilde meydana gelmiş olması gerekir, zira bitkiler yaşamlarını sürdürmek için güneşe ihtiyaç duyar. Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günler, çağlar boyu sürmüş olamaz. Hayır, Kutsal Kitap’ta bahsedilen “günler”, bugün yaşadığımız gibi, gerçek anlamda 24 saatlik zaman dilimleridir. Bu yüzden Musa Peygamber’in sözleri hem mantıklı hem de kesindir. Bu da bizi, 20–31 ayetlerinde anlatılan beşinci ve altıncı günlere getiriyor:
20 Tanrı, “Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun” diye buyurdu. 21 Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. 22 Tanrı, “Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın” diyerek onları kutsadı. 23 Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu. 24 Tanrı, “Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen1 türetsin” diye buyurdu. Ve öyle oldu. 25 Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. 26 Tanrı, “İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.” 27 Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. 28 Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. 29 İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. 30 Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere –soluk alıp veren bütün hayvanlara– yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu. 31 Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah
oldu ve altıncı gün oluştu.
Pek çok kitapta, öykünün gelişerek ilginç hale gelmesi için birkaç sayfa okumanız gerekir. Ancak burada, Musa Peygamber’in kutsal yazılarının daha başında, pek çok sürükleyici şey öğreniyoruz. Allah’ın her şeyi Kendi Sözünün gücüyle ve yalnızca altı gün içinde yarattığını öğrendik. Allah, yaratıcı faaliyetinin sonunda, her şeyin çok iyi olduğunu bildirdi, vasat veya idare eder olarak değil. İnsanlar vejetaryen olarak yaratılmıştı, hayvanlar da öyle, bu nedenle ölüm de yoktu. Allah bizi ölmemiz için yaratmadı. İnsanların ve hayvanların birlikte sonsuza dek yaşamaları için bir cennet bahçesi yarattı. Allah sevgi ise ve her şeye gücü yeterse, bunu bekleriz.
Ancak evrimi öğretenler bize farklı bir öykü anlatıyor. Onların ifadesine göre, ölüm her zaman evrim sürecinde temel bir unsur olmuştur. Zayıf türlerin ölümünün daha güçlü ve etkili yaşam biçimlerinin yolunu açtığını söylüyorlar. Ancak ilginçtir ki, yeni türlerin doğumunu görmek bir yana, mevcut türlerin bozulduğunu görüyoruz. Eşya, doğal olarak düzenden düzensizliğe doğru ilerler, aksi yönde değil. Doğuyoruz, sonra ölüyoruz. Allah dünyayı evrimle yarattıysa, ölümü kasıtlı olarak yaratmış demektir, ancak ölümün iyi bir şey olmadığını herkes kabul eder. Ölümü Allah yarattıysa, şu can alıcı soruyu sormamız gerekir: Allah iyi midir? Peki Allah ölümü yaratmadıysa, ölüm nereden gelmiştir? Peki gezegenimiz Allah’ın başlangıçta yarattığından neden bu kadar farklı? (Bu soruların yanıtını ilerleyen derslerimizden birinde göreceğiz.)
Bilim adamları, evrimin devam etmesine izin verdiği hayvanları ve bunların üreme biçimlerini seçerken son derece etkin olduğu düşüncesini övünerek anlatırlar. Ancak, yaratılan tüm hayvanlar, birkaç istisna dışında, üremek için erkek ve dişiye ihtiyaç duyarlar. Bu karmaşık bir üreme sistemidir. Daha etkin ve elverişli bir yöntem, kendi kendine üreme olurdu. Yani, canlıların bir eşe ihtiyaç duymadan kendi başlarına üreyebilmesi. Fakat bunu nadiren görüyoruz. Neden? Bunun nedeni Allah’ın hayvanları ikişer ikişer üreyecek şekilde tasarlamış olmasıdır, tesadüfen ve evrimle değil. Sistemin karmaşıklığı başlı başına, evrenimizin her unsurunu sistematik biçimde yaratan bir Tasarımcı’ya işaret ediyor. Yaratılış öyküsü bu Tasarımcı’nın yedinci günde yaptığıyla devam ediyor. Bu tanım için Yaratılış 2. bölüm,
1–3 ayetlerine bakalım:
1 Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. 2 Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. 3 Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.
Allah yaratma faaliyetini altıncı günde bitirdi ve yedinci günde çalışmadı. Bunun yerine, haftanın yedinci gününü kutsal bir gün, işlerden dinlenme günü olarak belirledi. Haftanın nereden geldiğini hiç merak ettiniz mi? Bir gün dünyanın kendi ekseni etrafında bir tur döndüğü süredir. Bir ay, ayın dünyanın çevresinde bir devir yaptığı süredir. Bir yıl, dünyanın güneş etrafında döndüğü süredir. Peki, yedi günlük hafta nereden geliyor? Allah’ın dünyayı altı günde yaratması ve yedinci günde dinlenmesinden geliyor. Allah bu günü hem kutsadı, hem de kutsal bir gün olarak belirledi. Bu evrim değil, yaratılış!
Bazı insanlar Kutsal Kitap’ın sözlerini değerlendirmek için uranyum ve karbon tarihleme sistemlerine güveniyorlar. Bu bilimsel yöntemlerin evrimi kanıtladığı iddia ediliyor. Ancak bu yaklaşımın temel bir sorunu var. Bu yöntemler, yalnızca şu anda gördüklerimize dayalı.
Adamın biri bir gün Burdur’dan Antalya’ya gidiyormuş, ancak parası ve arabası yokmuş. Böylece otostop yaparak gidebileceğini umarak yürümeye başlamış. Yolda biri onu görerek acımış ve neredeyse Antalya’ya kadar getirmiş. Ancak sürücü başka bir yere gittiğinden, adamın inerek kente kalan birkaç kilometreyi yürümesi gerekmiş. Kısa bir süre sonra, birinin çantasını çalan bir hırsızı arayan jandarmalar adamı durdurmuş. Sorgulamaya başlamışlar.
“Nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun?” diye sormuşlar.
Adam “Bu sabah Burdur’dan Antalya’ya doğru yürümeye başladım” demiş.
Asker “Bu imkânsız” demiş, “Burdur’dan buraya sabahtan öğlene kadar yürüyemezdin. Yalan söylüyorsun.”
Adam “Yalan söylemiyorum” demiş, “tüm olayı yalnızca şimdi gördüğünüzle değerlendiriyorsunuz.”
İnsanlar dünya tarihini şimdi gördüklerine göre değerlendiriyor. Jandarmaların adamın yolun çoğunda arabayla geldiğini görmedikleri gibi, evrimciler de Allah’ın maddeyi konuşarak meydana getirdiğini kendi gözleriyle görmüyor, bu nedenle hiçbir zaman böyle bir şey olmadığını sanıyorlar. Bunun yerine, fikirlerini yalnızca şu an görebildiklerimizi değerlendiren yöntemlere dayandırıyorlar. Öğrendiklerimize göre de, Allah’ın yarattığı dünya ile şimdi üzerinde yaşadığımız dünya aynı değil. Bir şeyler oldu ve dünya değişti! Daha tehlikeli bir hale geldi.
Öyleyse, tehlikeli bir dünyada kaderinizi nasıl değiştirebilirsiniz? Pek çok kişi bilimin bir yanıt bulabileceğine inanmaktadır. Ancak bilim, yalnızca mevcut koşullarda inceleme yapabilecek ölçüde kısıtlı ise, gezegenimizi başlangıçtaki durumuna geri döndürecek bir çözümü nasıl bulabilir ki? Dahası, gezegenimiz başlangıçtaki durumuna geri döndürülebilir mi, yoksa geri alınamaz bir olay mı gerçekleşti? Tüm güveninizi böyle bir bilime bağlayacaksanız, uzun bir süre bekleyebilirsiniz. Sayısız araştırmacı ve bilim adamı, tüm insanların en büyük kaderi olan ölüme bir çare araştırmaktadır. Fakat bunu değiştirebilmenin bir yolunu halen bulamamışlardır. Bu arada ne yapacaksınız, sizden önceki milyonlarca kişi gibi ölmeyi
mi bekleyeceksiniz?
Diğer seçenek, sizi yaratan Kişi’yle ilişki kurarak, tehlikeli bir dünyada kaderinizi değiştirme imkânını araştırmanızdır. Yaratıcı’yı tanıyarak, O’nun hayatlarımızda neleri değiştireceğini, neleri değiştirmeyeceğini öğrenebiliriz. Neyin kader olduğunu, neyin olmadığını görebiliriz.
Kutsal yazılarda kayıtlı olan dünyamızın yaratılışı öyküsüne baktığımızda, Yaratıcımız hakkında ne öğrendik? Yalnızca konuşarak herhangi bir şeyi ve her şeyi değiştirme gücüne sahip olduğunu öğrendik! O’nun her şeyi çok iyi yaptığını öğrendik. Hastalık, ölüm veya öldürme yoktu. Allah’ın yalnızca kudretli olmakla kalmayıp, ayrıca iyi olan her şeyi sevdiğini de gördük. Bu sizde O’nu daha iyi tanıma isteği uyandırmıyor mu?
İncelemek için elimizde yalnızca hayvanların diğer hayvanları yediği, depremlerde binaların masum insanların üzerine yıkıldığı, teröristlerin ölüm saçtığı doğal dünya olsaydı, hatalı sonuçlar ulaşabilirdik. Her yerde ölüm ve hastalık görüyoruz ve bazı insanlar şöyle söylüyorlar: “Bunu Allah yarattıysa, O iyi değil. Allah’a inanmamayı seçiyorum.”
Ancak örneğimizden, şu anda görmekte olduğumuzun mutlaka “olan” olması gerekmediğini öğrendik. Dünyamız başlangıçtan beri şimdi olduğu gibi dikenler ve virüslerle dolu değildi, ancak bizim görmediğimiz bir değişim gerçekleşti. Dünyanın eskiden nasıl olduğunu bilimden değil, kutsal yazılardan öğrendik.
Doğru sonuçlara ulaşabilmek için hem bilime, hem de kutsal yazılara bir arada ihtiyacımız var. Bunlar birlikte Yaratıcımız’a dair daha eksiksiz bir resim oluştururlar. Yaratıcımız’a dair daha eksiksiz bir resim ile, Allah’ın hayatlarımızda neleri değiştirip neleri değiştirmeyeceğini öğrenebiliriz. İmanın, duanın ve kurbanın Allah’la olan ilişkimizde oynadığı rolleri öğrenebiliriz.
Bunu gerçekleştirebilmek için, Yaratıcı’nın yalnızca karakterini değil, tarih boyunca yaptığı eylemleri de incelememiz gerek – O’nun kutsal peygamberleri tarafından kaydedilen bir tarihte. Yaratılış, Yaratıcı hakkında bilgileri ortaya koymaktadır. Fakat Yaratıcı’nın eylemleri, O’nun karakteri hakkında daha da fazla şey bildirir. Tehlikeli bir dünyada kaderinizi nasıl değiştirebileceğinizi öğrenmek istiyor musunuz? Evet, tabii ki istiyorsunuz! Ellerinizde, kaderinizin kilidini açacak bir anahtar bulunuyor. Onu çevirerek kapıyı açacak mısınız?
Tartışma Soruları
1. Charles Darwin türlerin kökeni ve evrimle ilgili fikirlerini açıkladığında, tek hücreli organizmaların çok basit
olduklarını düşünmüştü. Fakat modern bilim, bu canlıların, yapılarının haritasını çıkarmak için dünyanın en büyük
bilgisayarlarını gerektirecek kadar karmaşık olduklarını ortaya koydu! Bu size yaratılış ve Yaratıcı hakkında ne
bildiriyor?
2. Kaderimizi değiştirmek istiyorsak, kaderimizi denetleyen şeyin ne olduğunu anlamamız gerekir. Sizce sizin
kaderinizi denetim altında tutan nedir?
3. Bu derste, yaşadığımız tehlikeli dünyada kaderimizi değiştirme arayışında yardımcı olacak neler öğrendik?
4. Kutsal Kitap, “Tanrı yarattıklarına baktı ve herşeyin çok iyi olduğunu gördü” diyor. Bu kavramın kaç kere
tekrarlandığına dikkat edin. Sizce, Allah mükemmellikten yana bir Tanrı mı? Öyle ise, dünyanın mevcut durumu
hakkında ne hissediyor olmalıdır?
1 “Sürüngen”: İbranice sözcük fare, böcek gibi öteki kara hayvanlarını da kapsıyor.