İyi bir yönetim halkın temel özgürlüklerini korur ve garanti eder. Herkes bir aile kurmak, mülk edinmek ve eğitim görmek şeklinde temel insan haklarına sahip olmalıdır. İnsanların çalışabilmeleri ve işlerine karşılık olarak ücret almaları temel bir özgürlüktür. Başka bir temel özgürlük de kişinin seçtiği şekilde ibadet edebilme hakkıdır. Tarihte birkaç kezden fazla, yönetimin ibadetle ilgili yasaları halka dayattığı yerlerde büyük sıkıntılar başgöstermiştir. Başka bir deyişle, insanlara nasıl, ne zaman ve nerede ibadet edeceklerini yönetimler emretmiştir. Şükür ki, Türkiye’de dilediğimiz gibi ibadet etme hakkına sahibiz. Her insan isterse Müslüman olmayı, ya da Yahudi, Hristiyan, Budist, hatta Ateist olmayı seçebilir. Bu onların hakkıdır. Bu, pek fazla düşünmeden kabul ettiğimiz bir özgürlük. Fakat gerçekte bu özgürlük büyük bir hazine. Ne yazık ki dünyanın her yerinde böyle değil. Tarih, devlet yönetimi ve dinin iç içe geçtiği her yerde, bunu kesinlikle sıkıntının izleyeceğini kanıtlamıştır. Bu dersimizde, kendilerini tam da bu halde bulan birkaç adamın cesaretini göreceğiz. Bu dersimize tarihin sayfalarından kısa bir öyküyle başlayalım.
1492 yılında İspanya Kralı Ferdinand, Katolikliğe geçmemiş olan tüm Yahudiler’in ülkesinden sürülmesi fermanını çıkardı. Pek çoğu baskıya boyun eğerek Katolik oldular, diğerleri ise atalarının imanını savundular ve zulümle karşı karşıya kaldılar. Bu zorunlu sürgünün haberi Osmanlı İmparatorluğu’na ulaştığında, Sultan II. Beyazıt
bir ferman çıkararak İspanyol Yahudileri’ni Osmanlı topraklarına 149 kabul etti. Bu ferman tarihsel açıdan “küresel bir toplum”a yönelik ilk öngörülü hareketlerden biri olarak kabul edilmektedir. Sultan Beyazıt, kendi bakış açısından İspanya’nın böylesi faydalı ve yetenekli insanlardan oluşan bir sınıfı neden dışarı atmak istediğini anlayamıyordu. Saray mensuplarına espri yaptı:
“Bir de Ferdinand’a akıllı bir yönetici derdiniz; baksanıza adam kendi memleketini fakirleştirip, benimkini zenginleştirdi!”
Bu davetin sonucunda, İspanyol Yahudileri’nin büyük bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu’na geldiler. Buraya geldikten sonra Sefarad Yahudileri adıyla tanındılar.20
500 yıl önceki bu ilk davetten beri, Osmanlı Sultanları ve Türkiye Cumhuriyeti Yahudiler’e Avrupa ülkelerinde süren zulümden korunmak için güvenli bir sığınak sunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetini uzatan etkenlerden birinin, yönetimi altındaki farklı milletlere ve azınlıklara din özgürlüğü sağlaması olduğu belirtilmiştir. Pek çok Avrupa ulusu hakimiyetleri altındaki Yahudiler’i sürerken, zulme uğratırken ya da dinlerini değiştirmeye zorlarken, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk halkı farklı dinlere sahip farklı uluslara karşı çarpıcı bir müsamaha örneği olarak kalmıştır. Sultan Beyazıt, böylesi bir örneklik için sana teşekkür ederiz.
Daniel peygamberin kitapçığının üçüncü bölümünde, dinsel müsamahasızlığa rağmen tektanrıcılığa sadakate ilişkin güçlü bir öykü buluyoruz. Bir önceki bölümde Nebukadnessar’ın altın, gümüş, tunç, demir ve demir ile kil karışımından meydana gelen madenî bir heykele dair şaşırtıcı rüyasını görmüştük. Bunlar dünyanın krallıklarını temsil ediyorlardı, tümü sonunda Allah’ın krallığı tarafından devriliyordu.
Bu rüyadan yaklaşık on yıl sonra, Kral Nebukadnessar kendi görkemli heykelini yaptırmaya karar verdi. Bunun kendi heykeli mi, yoksa bir pagan tanrısının putu mu olduğunu bilmiyoruz. Ancak heykelin yaklaşık 30 metre yüksekliğinde olduğunu biliyoruz. Daha da hayret verici olan, bunun altından yapılmış olmasıydı, kralın kendisine saygı niteliğindeydi!
Nebukadnessar ilginç bir hükümdardı. Sultan Beyazıt gibi, diğer kültürlerden gelen eğitimli ve akıllı insanlara büyük saygısı vardı. Nebukadnessar kudretli bir fatihti, Mısır’ı dahi ele geçirmişti. Bir bölgeyi fethettikten sonra, en yetenekli kişileri esir olarak götürüyor ve onları kendi krallığında çalıştırıyordu. Nebukadnessar ayrıca büyük projeler meydana getirmekle de tanınmıştı. Bunlardan biri “Asma Bahçeler” adıyla biliniyordu ve Dünyanın Yedi Harikası’ndan biriydi. Modern arkeoloji, antik Babil’in her yerinde pagan ilahları için inşa edilmiş tapınaklar ve heykeller olduğunu bildiriyor. Onun en büyük ve en ünlü heykeli hakkında, Daniel 3. bölüm, 1–6 ayetlerinde okumaya başlayalım:
1 Kral Nebukadnessar altın bir heykel yaptı; boyu altmış, eni altı arşındı. Onu Babil İli’nde, Dura Ovası’na dikti. 2 Satrapları, kaymakamları, valileri, danışmanları, haznedarları, yargıçları, güvenlik görevlilerini ve illerin bütün öbür yüksek memurlarını diktiği heykeli adama törenine çağırttı. 3 Böylece satraplar, kaymakamlar, valiler, danışmanlar, haznedarlar, yargıçlar, güvenlik görevlileri ve illerin bütün öbür yüksek memurları Kral Nebukadnessar’ın diktiği heykeli adama töreni için toplanarak heykelin önünde durdular. 4 Sonra haberci yüksek sesle bağırdı: “Ey halklar, uluslar, her dilden insanlar, size şöyle yapmanız buyruluyor: 5 Boru, ney, lir, kanun, arp, davul ve her çeşit çalgı sesini duyar duymaz yere kapanıp Kral Nebukadnessar’ın dikmiş olduğu altın heykele tapınacaksınız. 6 Her kim yere kapanıp tapınmazsa hemen kızgın fırına atılacaktır.”
Burada, smokinli bir etkinliğe davetiye vardı. Ülkenin tüm yüksek mevkideki memurları orada olacaklardı! Fakat bu tuhaf bir davetiyeydi, zira ölüm tehdidiyle birlikte gelmişti!
“Gel, eğil, yoksa yanarsın.”
Büyük ihtimalle bahsettiği fırın çok büyük ve altın arıtmak ve tuğla sırlamak için kullanılan bir fırındı. Altından heykelin yapımı için kullanılmış olması da kuvvetle muhtemeldir. Altından yapılmış bu heykeli şere endirmeyi reddeden herhangi bir misafir için yakılmaya hazır, dev bir pide fırını hayal etmeye çalışın.
Nebukadnessar gururlu bir kral olarak oturup, en iyi ipek giysilerini giyinmiş bu akıllı ve iyi eğitimli adamları, hatta kadınları izliyordu. Büyük bir olaydı ve en ince ayrıntısına kadar planlanmıştı. Çalınacak olan müzik aletleri bile önceden planlanmıştı. Tüm zenginlerin ve ünlülerin eğilecekleri o anın duygusu, büyüleyici müzikle mükemmel bir şekilde ayarlanacaktı.
Tabii ki her şey tam planlandığı şekilde yürüseydi, bu öykü anlatmaya değer bir öykü olmazdı! Hükümet tarafından düzenlenen bu heykele tapınma partisinde bir sorun meydana geldi. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Daniel 3. bölüm, 8., 9., 12. ve 13. ayetlere bakalım:
8 Bunun üzerine bazı Kildaniler yaklaşıp Yahudiler’i suçladılar. 9 Kral Nebukadnessar’a, “Ey kral, sen çok yaşa!” dediler, 12 “... Babil İli’nde yüksek görevlere atadığın Şadrak, Meşak, Abed– Nego adında bazı Yahudiler var. Bu adamlar seni saymadılar, ey kral. Senin ilahlarına kulluk etmiyor, diktiğin altın heykele tapınmıyorlar.” 13 Büyük öfkeye kapılan Nebukadnessar, Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed–Nego’yu çağırttı. Bu kişiler kralın yanına getirildiler.
Muhafızların adamları iterek kralın önüne getirdiklerini hayal edin.
“Ey kral! İşte heykeline eğilmeyi reddeden üç adam.”
Göğün Allahı’na böylesi sadakat göstermeyi nereden öğrenmişlerdi? Tabii ki küçük çocuklarken annelerinden ve babalarından. “Put yapmayacaksın” diyen On Emir’in ikincisini öğrenmişlerdi. Tabii ki, kendilerine bunun yanlış olduğunu söyleyen Allah’ın Ruhu’ndan öğrenmişlerdi. Yüzlerce resmi görevlinin ve entelektüelin arasında yalnızca üç adam olabilirlerdi, fakat cesurdular ve doğru olan için ayakta duruyorlardı. Aptalca bir hareket miydi? Diğerleriyle birlikte eğilip, Allah’tan bir dakikalığına başka tarafa bakmasını rica edemezler miydi? Eğildikten sonra, itaatsizliklerini tela etmek için bazı dualar okuyamaz, ya da birtakım iyi işler yapamazlar mıydı? Deneyebilirlerdi, ancak bu işe yaramazdı, zira iyi işler işlediğimiz günahları silemez. Hayır! Herkes eğilirken, onlar gerçek için ayağa kalktılar.
Kral Nebukadnessar kızmıştı, çünkü birkaç kişinin itaatsizliğinden daha fazlası tehlikedeydi. Şöyle ki, Nebukadnessar sözcüğü “tanrı Nabu’nun gözde oğlu” anlamına geliyor. Öyleyse Nabu kim? O kader tanrısıydı. Her ne kadar yaygın bir şekilde kabul görse de, Kader kavramının, yani her insanın hayatının zamanından önce yazıldığı düşüncesinin, temeli paganizme dayanan bir düşünce olduğunu öğrenmek pek çok kişiyi şaşırtacaktır. Antik Babil inancında Nabu herkesin kaderini kontrol ediyordu. Şimdi, Kral Nebukadnessar, Nabu’nun gözdesi, bu genç adamların eğilmeyi reddetmesiyle hiçe sayılmaktaydı. O gerçekten onların kaderini kontrol ediyor muydu? Anlaşılan kral ettiğine inanıyordu. Ne yaptığını görmek için Daniel 3. bölüm, 14. ayete bakalım:
14 Nebukadnessar, “Ey Şadrak, Meşak, Abed–Nego, ilahlarıma kulluk etmediğiniz, diktiğim altın heykele tapınmadığınız doğru mu?” diye sordu.
Şaşırtıcı bir şekilde, onlara ikinci bir şans vermeye karar verdi. Bunu 15. ayette okuyabiliriz:
15 “Şimdi boru, ney, lir, kanun, arp, davul ve her çeşit çalgı sesini duyar duymaz yere kapanıp yaptığım heykele tapınmaya hazırsanız ne iyi! Ama ona tapınmazsanız, hemen kızgın fırına atılacaksınız. O zaman bakalım hangi ilah sizi elimden kurtaracak?”
Ancak üç adam ikinci bir şans istemiyordu, buna ihtiyaçları da yoktu. Kralın tekli ne çekinmeden verdikleri karşılığı 16–18 ayetlerinde görebiliriz:
16 Şadrak, Meşak, Abed–Nego, “Bu konuda kendimizi savunma gereğini duymuyoruz” diye karşılık verdiler, 17 “Kızgın fırına atılsak bile, ey kral, kendisine kulluk ettiğimiz Tanrı bizi kızgın fırından kurtarabilir; senin elinden de bizi kurtaracaktır. 18 Ama bizi kurtarmasa bile bil ki, ey kral, ilahlarına kulluk etmeyiz, diktiğin altın heykele tapınmayız.”
Bu sözler yangına benzin dökmek gibiydi! Nebukadnessar’ın tepesinin tası attı. Gösterdiği tepkiyi Daniel 3. bölüm, 19. ayette okuyabiliriz:
19 Nebukadnessar Şadrak, Meşak, Abed–Nego’ya çok öfkelendi; onlara karşı tutumu değişti. Fırının her zamankinden yedi kat daha çok ısıtılmasını buyurdu.
Kral Nebukadnessar onlara kaderlerini kimin kontrol ettiğini gösterecekti! Fırına odun ve saman koyuldu. Sonra büyük körük ü emeye başladı ve birkaç dakika sonra fırın gürüldüyordu. Fırının kenarlarından ve üstünden alevler fışkırıyordu, hatta kilden fırın sıcaklık yüzünden turuncuya döndü!
Genç adamlar gerçek Allah’a ibadet etme bağlılıklarında sarsılmadan duruyorlardı. Bunlar, yavaş yavaş çalışarak hükümet hizmetine gelmiş, zengin ve itibarlı adamlardı. Zenginliğin ve mevkiinin imkânlarından yararlanıyorlardı. Utançtan ve kralın zulmünden kurtulmak için tüm yapmaları gereken eğilmekti. Fakat içsel ilkelerle ve Tanrıları’na olan sadakatleriyle yönlendirilerek, eğilmediler. Bunu yapmak imanlarına ve Tanrıları’nın adına leke sürerdi.
Nebukadnessar diğer tüm ileri gelenlerin önünde öfkeyle kükredi. Üç adamın hemen o kızgın alevli fırına atılmalarını emretti. Daniel 3. bölüm, 20–22 ayetlerinde yer alan öykü şöyle:
20 Sonra ordusundaki bazı güçlü askerlere Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed–Nego’yu bağlayıp kızgın fırına atmalarını buyurdu. 21 Böylece bu kişiler, şalvarları, kaftanları, sarıkları ve öbür giysileriyle birlikte bağlanıp kızgın fırına atıldılar. 22 Kralın buyruğu çok sıkı, fırın da çok ısıtılmış olduğundan, Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed–Nego’yu götüren adamları ateşin alevleri yakıp öldürdü.
Büyük kalabalık hayret içinde izliyordu. Askerler ölerek yere düştüler. Kral ayağa kalktı. Adamlar o ateşte saniyeler içinde küle dönüşmeliydiler. Fakat bunun yerine, kalabalık harlı ateşe bakarken üzerlerine sessizlik çöktü, gözlerine inanamıyorlardı. Üç adam fırının içinde ayakta duruyordu! Alevler etraflarında sıçrıyordu, fakat onlar yanmıyorlardı! 23. ve 24. ayetlerde Daniel’in bu mucizevi olayı tanımlamasını dinleyin:
23 Üç adamsa –Şadrak, Meşak, Abed–Nego– bağlı olarak kızgın fırına düştüler. 24 O zaman Kral Nebukadnessar şaşkınlık içinde birden ayağa kalktı. Danışmanlarına, “Biz ateşin içine bağlı üç kişi atmadık mı?” diye sordu. Danışmanlar, “Kuşkusuz, ey kral” diye karşılık verdiler.
Kralın sorusu önemliydi, çünkü herkesi şaşırtacak bir şekilde, sanki Allah’ın kendisi ateşin ortasında bu genç adamların yanındaymış gibi görünüyordu! 25–27 ayetlerinde ayrıntılı okuyalım:
25 Kral, “Ben dört kişi görüyorum” dedi, “Ateşin içinde yürüyorlar, bağlarından çözülmüş, hiçbir zarara uğramamışlar. Dördüncünün görünümü de bir ilahî varlığa benziyor.” 26 Sonra kızgın fırının kapısına yaklaşarak, “Ey Yüce Tanrı’nın kulları Şadrak, Meşak, Abed–Nego, dışarı çıkıp buraya gelin!” diye seslendi. Bunun üzerine Şadrak, Meşak, Abed–Nego ateşin içinden çıktılar. 27 Satraplar, kaymakamlar, valiler, kralın danışmanları onların çevresinde toplandılar. Adamların bedenlerinde ateşin hiçbir etkisi olmadığını gördüler. Baş- larındaki tek saç yanmamış, giysileri değişmemiş, ateşin kokusu üzerlerine sinmemişti.
Allah, Kendisi’nin olanlara sadıktır! Onları ateşten kurtarmadı. Onları ateşin içinde kurtardı! Tıpkı büyük bir ateş ve bulut sütunu içinde gelerek Kızıldeniz’de binlerce kişiyi koruduğu gibi, Allah Şadrak’ı, Meşak’ı ve Abed–Nego’yu korudu. Ancak bu kez kişisel olarak göründü. Allah onların hayatlarını kurtardı ve pagan krala Kendisi’ni kudretli olarak gösterdi.
Nebukadnessar’ın adının “kader tanrısının oğlu” anlamına geldiğini hatırlayın. Şimdi onun sahte bir tanrı olduğunu ve göğün insanın seçimine dayalı sadakat ve sevgi ilkelerine denk olmadığını kendisi dahi fark etmişti.
Nebukadnessar, duyguyla harekete geçirilerek ve tüm halkın önünde, 3. bölüm 28. ayette kayıtlı olan şu konuşmayı yaptı:
28 Bunun üzerine Nebukadnessar, “Şadrak, Meşak ve Abed– Nego’nun Tanrısı’na övgüler olsun!” dedi, “Meleğini gönderip kendisine güvenen kullarını kurtardı. Onlar buyruğuma karşı geldiler, kendi Tanrıları’ndan başka bir ilaha kulluk edip tapınmamak için canlarını tehlikeye attılar.”
En temel insan haklarından birini, kişinin kendi seçtiği şekilde ibadet edebilme hakkını ele alarak başlamıştık. Mayıs 1844 tarihinde Osmanlı’da bir ferman yayınlandı. Şöyle yazıyordu:
“Devlet–i Âlâ’nın [Osmanlı’nın] hiçbir tebaası, hiç kimse tarafından kendi arzusu aksine İslam’a ihtida etmeye zorlanmayacaktır.”
Bu, dinde hiçbir zorlama olmaması gerekliliği düşüncesinin bir yansımasıydı. Benzer şekilde, 1856 yılında yayınlanan İslahat Fermanı’nda Sultan şöyle buyuruyordu:
“Tüm dinler hakimiyetim altındaki bölgelerde serbesttir ve serbestçe ikrar edilecektir. İmparatorluğumun tebaasından hiç kimsenin, ikrar ettiği dinin gereklerini yerine getirmesi engellenmeyecektir.”
Başka bir deyişle, din özgürlüğü bir kavram, kir ya da rüya değildi. Bir gerçeklikti ve hiç kimse vicdanının ya da iradesinin aksine bir şeye inanmaya zorlanamazdı. Ayrıca, imparatorluk sınırları içinde tüm dinlere saygı gösterilecek ve bunlar serbestçe uygulanacaklardı. Kısacası, canınızın istediği gibi ibadet etmekte özgürdünüz.
Tabii ki yine bu özgürlük sayesinde bir kişi gerçeği göz ardı etme hakkına sahiptir. Bir insanın GERÇEĞİ bulmak için ilgili dahi olmaması üzücü ve insan aklı için çok yazık! Hakkınızı kullandığınız ve Allah’ın kadim yazılarını kendi başınıza çalışmak için Allah tarafından verilen görevi yerine getirdiğiniz için tebrikler.
Bugün Türkiye’de tüm insanların din ayrımı gözetilmeksizin eşit olduğunu beyan eden bir yönetime sahip olduğumuz için şanslıyız. Fakat zamanı gelir, yasalar değişir ve yaygın görüşün rüzgârı eser. Belki de bir gün tıpkı Şadrak, Meşak ve Abed–Nego gibi, gerçeği halkın huzurunda savunma ya da savunmama kararını vermeye zorlanırsınız. Allah, bağlılığınızda dik durmanıza yardımcı olsun.
Tartışma Soruları
1. Müzik çalmaya başladığında ve herkes eğildiğinde sizce o üç sadık adam ne düşünüyorlardı?
2. Üç adam ateşin içinden çıktıktan sonra Kral Nebukadnessar’a gökteki Allah hakkında ne söylemiş olabilirler?
3. Sizce hangi özgürlükler Allah tarafından verilmiştir? Yönetim bunları teminat altına almak için nasıl çalışır?
4. Bir yönetimin belli dinsel biçimleri ve uygulamaları şart koşmaya başlaması neden tehlikelidir?
20 Sefarad sözcüğü İbranice’de İspanya anlamına gelen Səfarád sözcüğünden türemiştir.
1492 yılında İspanya Kralı Ferdinand, Katolikliğe geçmemiş olan tüm Yahudiler’in ülkesinden sürülmesi fermanını çıkardı. Pek çoğu baskıya boyun eğerek Katolik oldular, diğerleri ise atalarının imanını savundular ve zulümle karşı karşıya kaldılar. Bu zorunlu sürgünün haberi Osmanlı İmparatorluğu’na ulaştığında, Sultan II. Beyazıt
bir ferman çıkararak İspanyol Yahudileri’ni Osmanlı topraklarına 149 kabul etti. Bu ferman tarihsel açıdan “küresel bir toplum”a yönelik ilk öngörülü hareketlerden biri olarak kabul edilmektedir. Sultan Beyazıt, kendi bakış açısından İspanya’nın böylesi faydalı ve yetenekli insanlardan oluşan bir sınıfı neden dışarı atmak istediğini anlayamıyordu. Saray mensuplarına espri yaptı:
“Bir de Ferdinand’a akıllı bir yönetici derdiniz; baksanıza adam kendi memleketini fakirleştirip, benimkini zenginleştirdi!”
Bu davetin sonucunda, İspanyol Yahudileri’nin büyük bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu’na geldiler. Buraya geldikten sonra Sefarad Yahudileri adıyla tanındılar.20
500 yıl önceki bu ilk davetten beri, Osmanlı Sultanları ve Türkiye Cumhuriyeti Yahudiler’e Avrupa ülkelerinde süren zulümden korunmak için güvenli bir sığınak sunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetini uzatan etkenlerden birinin, yönetimi altındaki farklı milletlere ve azınlıklara din özgürlüğü sağlaması olduğu belirtilmiştir. Pek çok Avrupa ulusu hakimiyetleri altındaki Yahudiler’i sürerken, zulme uğratırken ya da dinlerini değiştirmeye zorlarken, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk halkı farklı dinlere sahip farklı uluslara karşı çarpıcı bir müsamaha örneği olarak kalmıştır. Sultan Beyazıt, böylesi bir örneklik için sana teşekkür ederiz.
Daniel peygamberin kitapçığının üçüncü bölümünde, dinsel müsamahasızlığa rağmen tektanrıcılığa sadakate ilişkin güçlü bir öykü buluyoruz. Bir önceki bölümde Nebukadnessar’ın altın, gümüş, tunç, demir ve demir ile kil karışımından meydana gelen madenî bir heykele dair şaşırtıcı rüyasını görmüştük. Bunlar dünyanın krallıklarını temsil ediyorlardı, tümü sonunda Allah’ın krallığı tarafından devriliyordu.
Bu rüyadan yaklaşık on yıl sonra, Kral Nebukadnessar kendi görkemli heykelini yaptırmaya karar verdi. Bunun kendi heykeli mi, yoksa bir pagan tanrısının putu mu olduğunu bilmiyoruz. Ancak heykelin yaklaşık 30 metre yüksekliğinde olduğunu biliyoruz. Daha da hayret verici olan, bunun altından yapılmış olmasıydı, kralın kendisine saygı niteliğindeydi!
Nebukadnessar ilginç bir hükümdardı. Sultan Beyazıt gibi, diğer kültürlerden gelen eğitimli ve akıllı insanlara büyük saygısı vardı. Nebukadnessar kudretli bir fatihti, Mısır’ı dahi ele geçirmişti. Bir bölgeyi fethettikten sonra, en yetenekli kişileri esir olarak götürüyor ve onları kendi krallığında çalıştırıyordu. Nebukadnessar ayrıca büyük projeler meydana getirmekle de tanınmıştı. Bunlardan biri “Asma Bahçeler” adıyla biliniyordu ve Dünyanın Yedi Harikası’ndan biriydi. Modern arkeoloji, antik Babil’in her yerinde pagan ilahları için inşa edilmiş tapınaklar ve heykeller olduğunu bildiriyor. Onun en büyük ve en ünlü heykeli hakkında, Daniel 3. bölüm, 1–6 ayetlerinde okumaya başlayalım:
1 Kral Nebukadnessar altın bir heykel yaptı; boyu altmış, eni altı arşındı. Onu Babil İli’nde, Dura Ovası’na dikti. 2 Satrapları, kaymakamları, valileri, danışmanları, haznedarları, yargıçları, güvenlik görevlilerini ve illerin bütün öbür yüksek memurlarını diktiği heykeli adama törenine çağırttı. 3 Böylece satraplar, kaymakamlar, valiler, danışmanlar, haznedarlar, yargıçlar, güvenlik görevlileri ve illerin bütün öbür yüksek memurları Kral Nebukadnessar’ın diktiği heykeli adama töreni için toplanarak heykelin önünde durdular. 4 Sonra haberci yüksek sesle bağırdı: “Ey halklar, uluslar, her dilden insanlar, size şöyle yapmanız buyruluyor: 5 Boru, ney, lir, kanun, arp, davul ve her çeşit çalgı sesini duyar duymaz yere kapanıp Kral Nebukadnessar’ın dikmiş olduğu altın heykele tapınacaksınız. 6 Her kim yere kapanıp tapınmazsa hemen kızgın fırına atılacaktır.”
Burada, smokinli bir etkinliğe davetiye vardı. Ülkenin tüm yüksek mevkideki memurları orada olacaklardı! Fakat bu tuhaf bir davetiyeydi, zira ölüm tehdidiyle birlikte gelmişti!
“Gel, eğil, yoksa yanarsın.”
Büyük ihtimalle bahsettiği fırın çok büyük ve altın arıtmak ve tuğla sırlamak için kullanılan bir fırındı. Altından heykelin yapımı için kullanılmış olması da kuvvetle muhtemeldir. Altından yapılmış bu heykeli şere endirmeyi reddeden herhangi bir misafir için yakılmaya hazır, dev bir pide fırını hayal etmeye çalışın.
Nebukadnessar gururlu bir kral olarak oturup, en iyi ipek giysilerini giyinmiş bu akıllı ve iyi eğitimli adamları, hatta kadınları izliyordu. Büyük bir olaydı ve en ince ayrıntısına kadar planlanmıştı. Çalınacak olan müzik aletleri bile önceden planlanmıştı. Tüm zenginlerin ve ünlülerin eğilecekleri o anın duygusu, büyüleyici müzikle mükemmel bir şekilde ayarlanacaktı.
Tabii ki her şey tam planlandığı şekilde yürüseydi, bu öykü anlatmaya değer bir öykü olmazdı! Hükümet tarafından düzenlenen bu heykele tapınma partisinde bir sorun meydana geldi. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Daniel 3. bölüm, 8., 9., 12. ve 13. ayetlere bakalım:
8 Bunun üzerine bazı Kildaniler yaklaşıp Yahudiler’i suçladılar. 9 Kral Nebukadnessar’a, “Ey kral, sen çok yaşa!” dediler, 12 “... Babil İli’nde yüksek görevlere atadığın Şadrak, Meşak, Abed– Nego adında bazı Yahudiler var. Bu adamlar seni saymadılar, ey kral. Senin ilahlarına kulluk etmiyor, diktiğin altın heykele tapınmıyorlar.” 13 Büyük öfkeye kapılan Nebukadnessar, Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed–Nego’yu çağırttı. Bu kişiler kralın yanına getirildiler.
Muhafızların adamları iterek kralın önüne getirdiklerini hayal edin.
“Ey kral! İşte heykeline eğilmeyi reddeden üç adam.”
Göğün Allahı’na böylesi sadakat göstermeyi nereden öğrenmişlerdi? Tabii ki küçük çocuklarken annelerinden ve babalarından. “Put yapmayacaksın” diyen On Emir’in ikincisini öğrenmişlerdi. Tabii ki, kendilerine bunun yanlış olduğunu söyleyen Allah’ın Ruhu’ndan öğrenmişlerdi. Yüzlerce resmi görevlinin ve entelektüelin arasında yalnızca üç adam olabilirlerdi, fakat cesurdular ve doğru olan için ayakta duruyorlardı. Aptalca bir hareket miydi? Diğerleriyle birlikte eğilip, Allah’tan bir dakikalığına başka tarafa bakmasını rica edemezler miydi? Eğildikten sonra, itaatsizliklerini tela etmek için bazı dualar okuyamaz, ya da birtakım iyi işler yapamazlar mıydı? Deneyebilirlerdi, ancak bu işe yaramazdı, zira iyi işler işlediğimiz günahları silemez. Hayır! Herkes eğilirken, onlar gerçek için ayağa kalktılar.
Kral Nebukadnessar kızmıştı, çünkü birkaç kişinin itaatsizliğinden daha fazlası tehlikedeydi. Şöyle ki, Nebukadnessar sözcüğü “tanrı Nabu’nun gözde oğlu” anlamına geliyor. Öyleyse Nabu kim? O kader tanrısıydı. Her ne kadar yaygın bir şekilde kabul görse de, Kader kavramının, yani her insanın hayatının zamanından önce yazıldığı düşüncesinin, temeli paganizme dayanan bir düşünce olduğunu öğrenmek pek çok kişiyi şaşırtacaktır. Antik Babil inancında Nabu herkesin kaderini kontrol ediyordu. Şimdi, Kral Nebukadnessar, Nabu’nun gözdesi, bu genç adamların eğilmeyi reddetmesiyle hiçe sayılmaktaydı. O gerçekten onların kaderini kontrol ediyor muydu? Anlaşılan kral ettiğine inanıyordu. Ne yaptığını görmek için Daniel 3. bölüm, 14. ayete bakalım:
14 Nebukadnessar, “Ey Şadrak, Meşak, Abed–Nego, ilahlarıma kulluk etmediğiniz, diktiğim altın heykele tapınmadığınız doğru mu?” diye sordu.
Şaşırtıcı bir şekilde, onlara ikinci bir şans vermeye karar verdi. Bunu 15. ayette okuyabiliriz:
15 “Şimdi boru, ney, lir, kanun, arp, davul ve her çeşit çalgı sesini duyar duymaz yere kapanıp yaptığım heykele tapınmaya hazırsanız ne iyi! Ama ona tapınmazsanız, hemen kızgın fırına atılacaksınız. O zaman bakalım hangi ilah sizi elimden kurtaracak?”
Ancak üç adam ikinci bir şans istemiyordu, buna ihtiyaçları da yoktu. Kralın tekli ne çekinmeden verdikleri karşılığı 16–18 ayetlerinde görebiliriz:
16 Şadrak, Meşak, Abed–Nego, “Bu konuda kendimizi savunma gereğini duymuyoruz” diye karşılık verdiler, 17 “Kızgın fırına atılsak bile, ey kral, kendisine kulluk ettiğimiz Tanrı bizi kızgın fırından kurtarabilir; senin elinden de bizi kurtaracaktır. 18 Ama bizi kurtarmasa bile bil ki, ey kral, ilahlarına kulluk etmeyiz, diktiğin altın heykele tapınmayız.”
Bu sözler yangına benzin dökmek gibiydi! Nebukadnessar’ın tepesinin tası attı. Gösterdiği tepkiyi Daniel 3. bölüm, 19. ayette okuyabiliriz:
19 Nebukadnessar Şadrak, Meşak, Abed–Nego’ya çok öfkelendi; onlara karşı tutumu değişti. Fırının her zamankinden yedi kat daha çok ısıtılmasını buyurdu.
Kral Nebukadnessar onlara kaderlerini kimin kontrol ettiğini gösterecekti! Fırına odun ve saman koyuldu. Sonra büyük körük ü emeye başladı ve birkaç dakika sonra fırın gürüldüyordu. Fırının kenarlarından ve üstünden alevler fışkırıyordu, hatta kilden fırın sıcaklık yüzünden turuncuya döndü!
Genç adamlar gerçek Allah’a ibadet etme bağlılıklarında sarsılmadan duruyorlardı. Bunlar, yavaş yavaş çalışarak hükümet hizmetine gelmiş, zengin ve itibarlı adamlardı. Zenginliğin ve mevkiinin imkânlarından yararlanıyorlardı. Utançtan ve kralın zulmünden kurtulmak için tüm yapmaları gereken eğilmekti. Fakat içsel ilkelerle ve Tanrıları’na olan sadakatleriyle yönlendirilerek, eğilmediler. Bunu yapmak imanlarına ve Tanrıları’nın adına leke sürerdi.
Nebukadnessar diğer tüm ileri gelenlerin önünde öfkeyle kükredi. Üç adamın hemen o kızgın alevli fırına atılmalarını emretti. Daniel 3. bölüm, 20–22 ayetlerinde yer alan öykü şöyle:
20 Sonra ordusundaki bazı güçlü askerlere Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed–Nego’yu bağlayıp kızgın fırına atmalarını buyurdu. 21 Böylece bu kişiler, şalvarları, kaftanları, sarıkları ve öbür giysileriyle birlikte bağlanıp kızgın fırına atıldılar. 22 Kralın buyruğu çok sıkı, fırın da çok ısıtılmış olduğundan, Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed–Nego’yu götüren adamları ateşin alevleri yakıp öldürdü.
Büyük kalabalık hayret içinde izliyordu. Askerler ölerek yere düştüler. Kral ayağa kalktı. Adamlar o ateşte saniyeler içinde küle dönüşmeliydiler. Fakat bunun yerine, kalabalık harlı ateşe bakarken üzerlerine sessizlik çöktü, gözlerine inanamıyorlardı. Üç adam fırının içinde ayakta duruyordu! Alevler etraflarında sıçrıyordu, fakat onlar yanmıyorlardı! 23. ve 24. ayetlerde Daniel’in bu mucizevi olayı tanımlamasını dinleyin:
23 Üç adamsa –Şadrak, Meşak, Abed–Nego– bağlı olarak kızgın fırına düştüler. 24 O zaman Kral Nebukadnessar şaşkınlık içinde birden ayağa kalktı. Danışmanlarına, “Biz ateşin içine bağlı üç kişi atmadık mı?” diye sordu. Danışmanlar, “Kuşkusuz, ey kral” diye karşılık verdiler.
Kralın sorusu önemliydi, çünkü herkesi şaşırtacak bir şekilde, sanki Allah’ın kendisi ateşin ortasında bu genç adamların yanındaymış gibi görünüyordu! 25–27 ayetlerinde ayrıntılı okuyalım:
25 Kral, “Ben dört kişi görüyorum” dedi, “Ateşin içinde yürüyorlar, bağlarından çözülmüş, hiçbir zarara uğramamışlar. Dördüncünün görünümü de bir ilahî varlığa benziyor.” 26 Sonra kızgın fırının kapısına yaklaşarak, “Ey Yüce Tanrı’nın kulları Şadrak, Meşak, Abed–Nego, dışarı çıkıp buraya gelin!” diye seslendi. Bunun üzerine Şadrak, Meşak, Abed–Nego ateşin içinden çıktılar. 27 Satraplar, kaymakamlar, valiler, kralın danışmanları onların çevresinde toplandılar. Adamların bedenlerinde ateşin hiçbir etkisi olmadığını gördüler. Baş- larındaki tek saç yanmamış, giysileri değişmemiş, ateşin kokusu üzerlerine sinmemişti.
Allah, Kendisi’nin olanlara sadıktır! Onları ateşten kurtarmadı. Onları ateşin içinde kurtardı! Tıpkı büyük bir ateş ve bulut sütunu içinde gelerek Kızıldeniz’de binlerce kişiyi koruduğu gibi, Allah Şadrak’ı, Meşak’ı ve Abed–Nego’yu korudu. Ancak bu kez kişisel olarak göründü. Allah onların hayatlarını kurtardı ve pagan krala Kendisi’ni kudretli olarak gösterdi.
Nebukadnessar’ın adının “kader tanrısının oğlu” anlamına geldiğini hatırlayın. Şimdi onun sahte bir tanrı olduğunu ve göğün insanın seçimine dayalı sadakat ve sevgi ilkelerine denk olmadığını kendisi dahi fark etmişti.
Nebukadnessar, duyguyla harekete geçirilerek ve tüm halkın önünde, 3. bölüm 28. ayette kayıtlı olan şu konuşmayı yaptı:
28 Bunun üzerine Nebukadnessar, “Şadrak, Meşak ve Abed– Nego’nun Tanrısı’na övgüler olsun!” dedi, “Meleğini gönderip kendisine güvenen kullarını kurtardı. Onlar buyruğuma karşı geldiler, kendi Tanrıları’ndan başka bir ilaha kulluk edip tapınmamak için canlarını tehlikeye attılar.”
En temel insan haklarından birini, kişinin kendi seçtiği şekilde ibadet edebilme hakkını ele alarak başlamıştık. Mayıs 1844 tarihinde Osmanlı’da bir ferman yayınlandı. Şöyle yazıyordu:
“Devlet–i Âlâ’nın [Osmanlı’nın] hiçbir tebaası, hiç kimse tarafından kendi arzusu aksine İslam’a ihtida etmeye zorlanmayacaktır.”
Bu, dinde hiçbir zorlama olmaması gerekliliği düşüncesinin bir yansımasıydı. Benzer şekilde, 1856 yılında yayınlanan İslahat Fermanı’nda Sultan şöyle buyuruyordu:
“Tüm dinler hakimiyetim altındaki bölgelerde serbesttir ve serbestçe ikrar edilecektir. İmparatorluğumun tebaasından hiç kimsenin, ikrar ettiği dinin gereklerini yerine getirmesi engellenmeyecektir.”
Başka bir deyişle, din özgürlüğü bir kavram, kir ya da rüya değildi. Bir gerçeklikti ve hiç kimse vicdanının ya da iradesinin aksine bir şeye inanmaya zorlanamazdı. Ayrıca, imparatorluk sınırları içinde tüm dinlere saygı gösterilecek ve bunlar serbestçe uygulanacaklardı. Kısacası, canınızın istediği gibi ibadet etmekte özgürdünüz.
Tabii ki yine bu özgürlük sayesinde bir kişi gerçeği göz ardı etme hakkına sahiptir. Bir insanın GERÇEĞİ bulmak için ilgili dahi olmaması üzücü ve insan aklı için çok yazık! Hakkınızı kullandığınız ve Allah’ın kadim yazılarını kendi başınıza çalışmak için Allah tarafından verilen görevi yerine getirdiğiniz için tebrikler.
Bugün Türkiye’de tüm insanların din ayrımı gözetilmeksizin eşit olduğunu beyan eden bir yönetime sahip olduğumuz için şanslıyız. Fakat zamanı gelir, yasalar değişir ve yaygın görüşün rüzgârı eser. Belki de bir gün tıpkı Şadrak, Meşak ve Abed–Nego gibi, gerçeği halkın huzurunda savunma ya da savunmama kararını vermeye zorlanırsınız. Allah, bağlılığınızda dik durmanıza yardımcı olsun.
Tartışma Soruları
1. Müzik çalmaya başladığında ve herkes eğildiğinde sizce o üç sadık adam ne düşünüyorlardı?
2. Üç adam ateşin içinden çıktıktan sonra Kral Nebukadnessar’a gökteki Allah hakkında ne söylemiş olabilirler?
3. Sizce hangi özgürlükler Allah tarafından verilmiştir? Yönetim bunları teminat altına almak için nasıl çalışır?
4. Bir yönetimin belli dinsel biçimleri ve uygulamaları şart koşmaya başlaması neden tehlikelidir?
20 Sefarad sözcüğü İbranice’de İspanya anlamına gelen Səfarád sözcüğünden türemiştir.