Hayatın zaruri ihtiyaçları nelerdir? Yani yaşamak için nelere ihtiyaç duyarız? İnsanlar bunları farklı şekillerde sıralasalar da, temel ihtiyaçlar yiyecek, su ve havadır. Hayatta kalma açısından listeye ateş ve barınağı da eklememiz gerekir. Sosyologlar toplumun ve önem duygusunun da sağlıklı ve mutlu yaşam için temel unsurlar olduğunu ileri süreceklerdir. Kendi hayatınıza yakından bakarsanız, neyin yokluğuyla yaşayamazdınız?
Tabii ki elektriği, bilgisayarları, cep telefonlarını, çamaşır maki- neleri ve otomobilleri düşünebilirsiniz. Fakat bu şeyler hayatın konforlarıdır, zaruri ihtiyaçları değil. Daha temel düzeyde düşünecek olursak, bilhassa yukarıda listelediğimiz ilk maddeye ilişkin olarak, bulduğumuz sonuca şaşırabiliriz. Birinci ipucu bunun bir yiyecek olduğu. İkinci ipucu bunu her gün yediğimiz. Buldunuz mu? Yanıt, ekmek.
Bazı kişiler “Ekmek mi? Bu çok saçma!” diyebilir.
Fakat Türklerin dünyadaki tüm ülkelerden daha fazla ekmek tükettiğini biliyor muydunuz? Araştırmalara göre, ortalama kişi başına ekmek tüketimi yılda 146 kilo. Çoğumuz her yıl ağırlığımızın iki katı ekmek yiyoruz! Bunu böldüğümüzde, günlük ortalama ekmek tüketimi yarım kilonun biraz altında çıkıyor. Bunu diğer yiyeceklerle karşılaştırırsak, aldığımız toplam kalorinin %45’inin ve yediğimiz proteinin %47’sinin tamamen ekmekten geldiğini öğreniriz. Ekmeği beslenme düzenimizden çıkarsaydık, yiyeceğimizin yarısını kaybetmemize denk olurdu! Evet, ekmek sandığımızdan daha önemli.
Ekmekten deyimlerimizde nasıl söz ettiğimizi hiç düşündünüz mü? Bir kimse işimizi elimizden almaya çalıştığında şöyle deriz:
“Ekmeğimle oynuyor.”
Bir kimse ilk kez ya da yeni bir işe girdiğinde şöyle deriz:
“Artık büyüdü, ekmeğini eline alıyor.”
Hepimiz her şeyde başarılı olur gibi görünen birilerini tanırız. Tıpkı Frigya Kralı Midas gibi, sanki dokunduğu her şey altına dönüşür. Onun yeteneklerine ve başarısına hayret ederek şöyle deriz:
“Ekmeğini taştan çıkarır.”
Ekmek para gibidir. Onsuz yaşayamazsınız! Tabii ki mecbur kalsak ekmeksiz yaşamaya çalışabilirdik. Ancak kahvaltıyı ekmeksiz yediğinizi düşünebiliyor musunuz? Çorbanızın yanında ne yerdiniz? Herhalde midenizin boşluğu hayatın boşluğunun sadece yarısı kadar olurdu. Evet, ekmek zaruri bir ihtiyaçtır. Hatta bazıları daha ileri giderek ekmek hayattır diyebilirler!
İki bin yıl kadar önce bir adam da aynı şeyi söyledi. Ancak O’nun söz ettiği ekmek her yemekte yediğimiz sıradan ekmek değildi. O, daha da büyük bir şeyden, kendisinden söz ediyordu. Belki merak ediyorsunuzdur,
“İyi ama neden bir kimse kendisine ekmek desin ki?”
Yuhanna 6. bölüm, 1–3 ayetlerini okuyarak öğrenelim:
1 Bundan sonra İsa, Celile –Taberiye– Gölü’nün karşı yakasına geçti. 2 Ardından büyük bir kalabalık gidiyordu. Çünkü hastalar üzerinde yaptığı mucizeleri görmüşlerdi. 3 İsa dağa çıkıp orada öğrencileriyle birlikte oturdu.
Önceki derslerde gördüğümüz gibi, İsa her zaman oradan oraya giderek öğretiyor ve hastaları iyileştiriyordu. Bir yerde kalarak insanların kendisine gelmesindense, O insanlara gidiyordu. İsa’nın günlük hayatında Allah’ın tüm insanlığa ulaşma çabasının ve arzusunun mükemmel bir örneğini görüyoruz. İsa konuştuğunda insanların kalpleri açılıyor ve korkuları yok oluyordu. Bu, pek çok kişinin her gün yaşamak istediği bir tecrübeydi.
Bu belirli olayda, büyük bir kalabalık O’nu Celile Gölü’nün diğer kıyısına kadar izlemişti. O’nun daha önce yaptığı mucizelerin haberi yayıldığında, kalabalık binlerce kişiye ulaşmaya başladı. İsa ile öğrencileri dinlenebilecekleri ve O’nun kalabalığa konuşabileceği için güzel bir yer bulduklarında durup oturdular. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Yuhanna 6. bölüm, 4–10 ayetlerine bakalım:
4 Yahudiler’in Fısıh Bayramı yakındı. 5 İsa başını kaldırıp büyük bir kalabalığın kendisine doğru geldiğini görünce Filipus’a, “Bunları doyurmak için nereden ekmek alalım?” diye sordu. 6 Bu sözü onu denemek için söyledi, aslında kendisi ne yapacağını biliyordu. 7 Filipus O’na şu yanıtı verdi: “Her birinin bir lokma yiyebilmesi için iki yüz dinarlık ekmek bile yetmez.” 8–9 Öğrencilerinden biri, Simun Petrus’un kardeşi Andreas, İsa’ya dedi ki, “Burada beş arpa ekmeğiyle iki balığı olan bir çocuk var. Ama bu kadar adam için bunlar nedir ki?” 10 İsa, “Halkı yere oturtun” dedi. Orası çayırlıktı. Böylece halk yere oturdu. Yaklaşık beş bin erkek vardı.
İsa etrafında olup bitenlerin her zaman farkındaydı. Bu kişilerin çoğunun kendisini konuşurken dinlemek üzere bütün sabah yolculuk ettiklerini biliyordu. Pek çoğunun fakir olduğunu ve çok az yiyecekleri olduğunu da biliyordu. Onları nasıl boş midelerle eve gönderebilirdi? Öte yandan, onları nasıl doyurabilirdi? Filipus’un da dediği gibi, ekmek almaya yetecek paraları yoktu. Ayrıca, Andreas da ne düşünüyordu öyle? İki balık ve beş somun ekmek 5000 adamı ve ailelerini nasıl doyurabilirdi ki? Öğrencilerin şansına, İsa sıradan bir adam değildi.
Şimdiye dek cinleri çıkarmış, bir fırtınayı yatıştırmış ve bir kızı ölümden diriltmişti bile. O kötü ruhlar, doğa, hastalık ve ölüm üzerinde yetki sahibiydi. Sorunları yiyecek yetersizliği değildi. İmanlarının yetersizliğiydi! 11–14 ayetleriyle devam edelim:
11 İsa ekmekleri aldı, şükrettikten sonra oturanlara dağıttı. Balıklardan da istedikleri kadar verdi. 12 Herkes doyunca İsa öğrencilerine, “Artakalan parçaları toplayın, hiçbir şey ziyan olmasın” dedi. 13 Onlar da topladılar. Yedikleri beş arpa ekmeğinden artakalan parçalarla on iki sepet doldurdular. 14 Halk, İsa’nın yaptığı mucizeyi görünce, “Gerçekten dünyaya gelecek olan peygamber budur” dedi.
Bir an için durup bu sahneyi hayal edelim. İnsanların mideleri gurulduyor, hiç yiyecekleri yok, ve birdenbire sepetler dolusu ekmek ve balık ortaya çıkıyor. İleri atılarak sepetlere ulaşıyorlar. Eller birbiri ardınca birer somun ve balık alıyor, fakat sepetler hiçbir zaman boşalmıyor. İnsanlar bunun bir mucize olduğunu biliyorlardı. Ataları Mısır’dan ayrıldığından beri böyle bir şey görmemişlerdi. Heyecanlı haykırışlar arasında çocuklar tok midelerle öteye beriye koşturuyorlardı. Anne–babaları Allah’ı överken, öğrenciler ancak hayret içinde orada duruyorlardı. İsa’nın bir kenara çekilerek yüzünde gülümsemeyle izlediğini hayal etmek zor değil.
İsa’nın yiyecekleri dağıtmadan önce Allah’a şükretmesi ilginç değil mi? Elimizde ne kadar az olursa olsun, hiçbir şey olmamasından her zaman iyidir! Biz de şükretmeyi unutmamalıyız.
İsa’nın yiyeceklerin hiçbir kısmının boşa gitmesine izin vermemesi de ilginç. İnsanlar doyduğunda, öğrencilerinden hemen artanları toplamalarını istedi. Fakat yalnızca ekmekten söz ettikleri dikkatinizi çekti mi? Balıktan bahsedilmiyor. İsa’nın zamanında ekmek tıpkı bugün olduğu kadar önemliydi ve İsa bunun birazının dahi ziyan edilmesini
istemiyordu. Büyük ihtimalle ekmek bugün olduğundan bile daha önemliydi, zira o zamanlar üretilmesi daha zordu. Bu nedenle İsa öğrencilere ekmeği toplamalarını ve fakirlere dağıtmalarını söyledi. Fakat o ekmeği yalnızca bunun için kullanmadı. Daha önemli bir noktayı vurgulamak için de kullandı.
Ertesi gün İsa ile öğrencileri Kefernahum adında bir kasabaya geldiler. Burası Celile Denizi’nin karşı kıyısındaki küçük bir balıkçı köyü ve Petrus, Andreas, Yakup ve Yuhanna’nın memleketiydi. Belki İsa yorgundu ve dinlenmek istiyordu. Belki Petrus ile Andreas birkaç gün ailelerini ziyaret etmek istediler. Bilmiyoruz. Ancak balık ve ekmek yiyen bir grup insanın İsa’yı Kefernahum’a dek izlediklerini biliyoruz. Öyküye Yuhanna 6. bölüm, 25–27 ayetlerinden devam edelim:
25 O’nu gölün karşı yakasında buldukları zaman, “Rabbî, buraya ne zaman geldin?” diye sordular. 26 İsa şöyle yanıt verdi: “Size doğrusunu söyleyeyim, doğaüstü belirtiler gördüğünüz için değil, ekmeklerden yiyip doyduğunuz için beni arıyorsunuz. 27 Geçici yiyecek için değil, sonsuz yaşam boyunca kalıcı yiyecek için çalışın. Bunu size İnsanoğlu verecek. Çünkü Baba Tanrı O’na bu onayı vermiştir.”
Of! İsa’nın ses tonunu hissettiniz mi? Onları azarladığını söylemek ha f kalır. Doğrudan küçük topluluğa hitap etti ve özde şunları söyledi:
“Siz Benimle ilgilenmiyorsunuz. Yalnızca karınlarınızın doymasını istiyorsunuz.”
Başka bir deyişle,
“Ekmek sizin için onu size veren Kişi’den daha önemli.”
İsa pek çok kişinin kendisini dünyevi kazanç için izlediğini biliyordu. Pek çokları için aldıkları ruhsal dersler yalnızca birer dipnottu. Onlar hayatlarını kolaylaştıracak, daha rahat ve güvenli hale getirecek olan şeyi istiyorlardı. İsa güçlerini Romalıları ortadan kaldırmak, İsrail Kralı olmak, ya da yalnızca kendilerini iyi bir yemekle doyurmak için kullanacak olursa O’nun yanında bulunmak istiyorlardı. Sorun, tüm bunların geçici şeyler olmasıydı; sonsuza dek sürmeyeceklerdi. İsa onlara yanlış şeye odaklandıklarını söyledi. Hayatlarını geçici değil, ebedî ödüller
için çalışarak geçirmeliydiler. 28. ve 29. ayetleri okuyalım:
28 Onlar da şunu sordular: “Tanrı’nın istediği işleri yapmak için ne yapmalıyız?” 29 İsa, “Tanrı’nın işi O’nun gönderdiği kişiye iman etmenizdir” diye yanıt verdi.
İsa belki de en karmaşık sorulardan birine en basit yanıtı verdi. Allah’ı tatmin etmek için pek çok şey yapmamız gerektiğini düşünmemiz gayet doğal. Ne var ki, İsa tüm yapmamız gerekenin “Allah’ın gönderdiği kişiye” iman etmek olduğunu söylüyor. Tabii ki bu olay bağlamında İsa kendisinden söz ediyor. Önceki derslerimizden birinde gördüğümüz gibi, gökten gönderilen kişi O’dur.
Sanki İsa kendisinin kim olduğunu kanıtlamak için yeteri kadar şey yapmamış gibi, insanlar O’ndan başka bir mucize yapmasını istediler. Onların bu isteği, Şeytan’ın İsa’yı taşları ekmeğe çevirmek için kışkırtmasından farksızdı. Bunu Yuhanna 6. bölüm, 30–33 ayetlerinde okuyalım:
30 Bunun üzerine, “Görüp sana iman etmemiz için nasıl bir belirti gerçekleştireceksin? Ne yapacaksın?” dediler. 31“Atalarımız çölde man yediler. Yazılmış olduğu gibi, ‘Yemeleri için onlara gökten ekmek verdi.’” 32 İsa onlara dedi ki, “Size doğrusunu söyleyeyim, gökten ekmeği size Musa vermedi, gökten size gerçek ekmeği Babam verir. 33 Çünkü Tanrı’nın ekmeği, gökten inen ve dünyaya yaşam verendir.”
Topluluğun sorusu size biraz tuhaf gelmiyor mu? İnsanlar Musa’nın çölde gösterdiği gibi bir mucize istiyorlardı. İsa’nın kendilerine gökten ekmek vermesini istiyorlardı. İsa’nın önceki gün binlerce kişiyi iki balık ve beş ekmekle doyurduğunu şimdiden unutmuşlar mıydı?
İsa bu insanları hizaya getirmek için hiç vakit kaybetmedi. Çölde man veren Musa değil, Allah’tı. Musa yalnızca Allah’ın elinde bir araçtı. Dahası, man daha büyük bir şeyin yalnızca simgesi, ya da öngörümüydü. İsa buna “gökten inen ve dünyaya yaşam veren gerçek ekmek” adını verdi.
Önceki derslerimizden birinde İsa’nın “Allah’ın Sözü” olarak gökten indiğini ve hayat verme gücüne sahip olduğunu öğrenmiştik. Ayrıca, O ölü kızı hayata döndürdüğünde bu güce tanık da olmuştuk. İsa kendisini ekmeğe benzetebilirdi, zira O hayat verme gücüne sahipti. İsa kendi kimliğini ya da yetkisini bildirmekten çekinmiyordu. Hatta öz olarak şunu söylüyordu:
“Ben ekmek kadar vazgeçilmezim.”
İnsanların “gerçek ekmek”in kim ya da ne olduğuna dair şüpheleri kaldıysa, İsa’nın sonraki ifadesi bunları gidermiştir.
İnsanlar “gerçek ekmek”ten söz edildiğini duyduktan sonra İsa’ya bunu kendilerine vermesi için yalvardılar. O’nun yanıtını Yuhanna 6. bölüm, 35–40 ayetlerinde okuyabiliriz:
35 İsa, “Yaşam ekmeği Ben’im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz” dedi. 36 “Ama ben size dedim ki, ‘Beni gördünüz, yine de iman etmiyorsunuz.’ 37 Baba’nın bana verdiklerinin hepsi bana gelecek ve bana geleni asla kovmam. 38 Çünkü kendi isteğimi değil, beni gönderenin isteğini yerine getirmek için gökten indim. 39 Beni gönderenin isteği, bana verdiklerinden hiçbirini yitirmemem, son gün hepsini diriltmemdir. 40 Çünkü Babam’ın isteği, Oğul’u gören ve O’na iman eden herkesin sonsuz yaşama kavuşmasıdır. Ben de böylelerini son günde dirilteceğim.”
Bazılarımız için İsa’nın sözleri sarsıcı, öyle olmalı da! İsa açık bir şekilde kendisini Allah’ın insanlara canın beslenmesi ve tazelenmesi için armağanı olarak tanıtıyor. Normal ekmek bize fiziksel hayat verir. Fakat İsa bize ebedî hayat verir!
İsa hayat ekmeğidir! Bir dakika bunun üzerinde düşünelim. Neredeyse anlaşılamayacak kadar derin ve reddetmesi çok kolay. Bu ifadeye karşılık biz ne yapalım? Kalabalığın kendi sözleriyle:
“Ne yapmalıyız?”
Üzerimize düşen, İsa’nın daha önce belirttiği gibi, Allah’ın İsa’yı bu dünyaya gönderdiğine ve İsa’nın söylediği sözlere inanmak. Bu kadar basit! İnandığımız zaman ne olur? Hiçbir zaman acıkmayacak ve susamayacağız ve ebedî hayata sahip olacağız. O bizi kovmayacak ve geri çevirmeyecek. O bizim susuzluğumuzun giderilmesini istiyor. Eğer bu dersi okuyor ya da dinliyorsanız, ruhsal olarak aç ve susuzsunuz demektir. Başka yerlerde bulamadığınız bir şeyi arıyorsunuz. İsa şöyle diyor:
“Susuz kalmayın! Gelin, yiyin ve doyun! Benim sözlerim bu dünyanın sunabileceği tüm sulardan ve ekmeklerden daha besleyicidir!”
Tam burada, başlangıçtaki sorularımızdan birinin yanıtını buluyoruz işte. Hayatınız ne kadar perişan ve umutsuz görünürse görünsün, İsa kaderinizi değiştirebilir!
Fakat topluluktaki pek çok kişi İsa’nın söylediklerinden memnun değildi. O’nun iddiaları çok aşırıydı. O’nun en fazla bir peygamber olabileceğini düşündüler. Hatta bazıları O’nu tüm hayatları boyunca tanıyorlardı. Onların düşüncelerini 41. ve 42. ayetlerde okuyabiliriz:
41 “Gökten inmiş olan ekmek Ben’im” dediği için Yahudiler O’na karşı söylenmeye başladılar. 42 “Yusuf oğlu İsa değil mi bu?” diyorlardı. “Annesini de, babasını da tanıyoruz. Şimdi nasıl oluyor da, ‘Gökten indim’ diyor?”
İsa böyle bir tepkiyi bekliyordu, bu nedenle sorularını hemen yanıtladı. Bu sözleri Yuhanna 6. bölüm, 43–51 ayetlerinde kayıtlıdır:
43 İsa, “Aranızda söylenmeyin” dedi. 44 “Beni gönderen Baba bir kimseyi bana çekmedikçe, o kimse bana gelemez. Bana geleni de son günde dirilteceğim. 45 Peygamberlerin yazdığı gibi, ‘Tanrı onların hepsine kendi yollarını öğretecektir.’ Baba’yı işiten ve O’ndan öğrenen herkes bana gelir. 46 Bu, bir kimsenin Baba’yı gördüğü anlamına gelmez. Baba’yı sadece Tanrı’dan gelen görmüştür. 47 Size doğrusunu söyleyeyim, iman edenin sonsuz yaşamı vardır. 48 Yaşam ekmeği Ben’im. 49 Atalarınız çölde man yediler, yine de öldüler. 50 Gökten inen öyle bir ekmek var ki, ondan yiyen ölmeyecek. 51 Gökten inmiş olan diri ekmek Ben’im. Bu ekmekten yiyen sonsuza dek yaşayacak. Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek de benim bedenimdir.”
İsa hayat ekmeğidir! İsa’ya göre bunu kabul edebilecek kişiler yalnızca Allah’ı dinlemekte olanlardır. Allah’ı gerçekten dinliyorsanız, İsa’ya yönlendirileceksiniz. O Allah’ı görmüş olan tek kişidir, çünkü gökte O’nunla birlikteydi. O “diri ekmek”tir, çünkü O hayat verme, dahası, ebedî hayat verme gücüne sahiptir!
Ancak İsa burada durmadı; söylemek istediği püf noktasına gelinceye kadar konuşmaya devam etti. Tıpkı Allah’ın İsraillilere yaşamaları için man verdiği gibi, İsa da kendi bedenini verecekti.
Herhalde İsa’nın bununla nereye varmaya çalıştığını merak ediyorsunuzdur. Endişelenmeyin, bu doğal bir tepki. Yahudiler de şaşkınlığa ve şoka uğradılar. İnsan eti yemek şöyle dursun, kirli hayvanları veya kanlı eti dahi yemezlerdi. Tiksintiyle oradan ayrılmadılarsa, pek çoğu ayrılmak üzereydi. İsa yamyamlığı mı teşvik ediyordu? Besbelli ki yanıt hayır! Öyleyse O’nun sözlerinin ardındaki ruhsal mesajı arayalım. Yuhanna 6. bölüm, 52–58 ayetler:
52 Bunun üzerine Yahudiler, “Bu adam yememiz için bedenini bize nasıl verebilir?” diyerek birbirleriyle çekişmeye başladılar. 53 İsa onlara şöyle dedi: “Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz. 54 Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim. 55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. 56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda. 57 Yaşayan Baba beni gönderdiği ve ben Baba’nın aracılığıyla yaşadığım gibi, bedenimi yiyen de benim aracılığımla yaşayacak. 58 İşte gökten inmiş olan ekmek budur. Atalarınızın yedikleri man gibi değildir. Atalarınız öldüler. Oysa bu ekmeği yiyen sonsuza dek yaşar.”
Kısacası, İsa bizim de İsraillilerin çölde kaybolduklarında öğrendikleri dersin aynını öğrenmemiz gerektiğini söylüyor.
Hatırlarsanız, her sabah man toplamaya çıkıyorlardı. Man toplarken, tüm ihtiyaçlarını Allah’ın karşıladığını hatırlıyorlardı. Yiyecek için, su için, hatta kendilerini korumak için bile endişelenmelerine gerek yoktu. Man, onlar için Allah’ın vaatlerini tutacağının gündelik hatırlatıcısıydı. Aynı şekilde, biz de zamanımızı ve enerjimizi İsa’nın sözleri olan “man”ı toplayarak harcamalıyız. O’nun eylemleri, öğretileri ve tüm yaşamı ruhsal besindir. O’nun öğretilerini yiyip içtiğimizde, yani dinleyip üzerinde düşündüğümüzde ve bunları hayatlarımızda uyguladığımızda, hiçbir zaman ruhsal açlık veya susuzluk çekmeyiz. İsa bizim odak noktamız olmalıdır, çünkü O’nun hayatı Allah’ın insanlığa mesajının ta kendisidir!
İsa’nın sözleriyle halen boğuşuyorsanız, yalnız değilsiniz. Her gün İsa’yla birlikte yaşayan öğrencilerin de kafası karışmıştı. Ancak İsa kafalarının karışmasını istemiyordu, bu nedenle kendisini daha açık bir şekilde ifade etti. Yuhanna 6. bölüm 60–63 ayetlerine bakalım:
60 Öğrencilerinin birçoğu bunu işitince, “Bu söz çok çetin, kim kabul edebilir?” dediler. 61 Öğrencilerinin buna karşı söylendiğini anlayan İsa, “Bu sizi şaşırtıyor mu?” dedi. 62 “Ya İnsanoğlu’nun önceden bulunduğu yere yükseldiğini görürseniz...? 63 Yaşam veren Ruh’tur. Beden bir yarar sağlamaz. Sizlere söylediğim sözler ruhtur, yaşamdır.
İsa öğrencilerine mecazen konuştuğuna dair güvence verdi. Bedenini gerçekten yemelerini beklemiyordu. Ancak onların, söylediği sözlerin ardındaki daha derin anlamı kavramalarını bekliyordu. Ne yazık ki bazıları bunu yapmadılar.
Bu aslında İsa’nın hayatında ve hizmetinde çok kritik bir andı. İsa’nın dediği gibi, pek çok kişi O’nu maddesel bir şeyler elde etme umuduyla izliyordu. O’nun beden yemekten, kan içmekten ve ölmekten söz ettiğini duyduklarında, doğal olarak O’nun öğretilerine dair hayal kırıklığına uğradılar. O’nun sözlerini anlamadılar, çünkü Allah’tan çok dünyaya odaklıydılar. Ekmeği ve balığı istiyorlardı, “gökten inmiş olan diri ekmek”i değil. Bu nedenle bazılarının ayrılması bizi şaşırtmamalı. 66–69 ayetlerini okuyarak dersimizi bitirelim:
66 Bunun üzerine öğrencilerinin birçoğu geri döndüler, artık O’nunla dolaşmaz oldular. 67 İsa o zaman Onikiler’e, “Siz de mi ayrılmak istiyorsunuz?” diye sordu. 68 Simun Petrus şu yanıtı verdi: “Rab, biz kime gidelim? Sonsuz yaşamın sözleri sendedir. 69 İman ediyor ve biliyoruz ki, sen Tanrı’nın Kutsalı’sın.”
Bir kadınla oğlu, güneşli ve sıcak bir pazar günü İstanbul Boğazı kıyılarında yürüyorlardı. Biraz kuşyemi almışlardı, bunu martılara ve güvercinlere atıyor ve kuşların değerli lokmalar için yarışmalarını izliyorlardı. Kayalara oturdular ve çıtır gofret yediler. Daha sonra çimenler üzerinde otururken kuvvetli rüzgârda gökyüzünde dans eden rengarenk uçurtmaları seyrettiler. Çocukların bağırışlarını dinlediler ve limanlarına binlerce gemi getiren taze ve tuzlu denizin havasını içlerine çektiler.
Birkaç saat sonra vapura binerek denizin diğer yakasına geçmeye karar verdiler. İskeleye yürürlerken, anne yere bakarak durdu. Eğilip yerden bir parça ekmek alırken oğlu da seyrediyordu. Kadın ekmeği alnına götürdü, bir şeyler mırıldandı, deniz kıyısına yürüyerek denize attı. Çocuk daha önce hiç böyle bir şey görmemişti. Annesine bakarak sordu:
“Anne, neden o ekmeği alıp denize attın?”
“Oğlum, ben küçük bir kızken annem bana ekmeğin üzerine basılmasın diye asla yerde bırakılmamasını söylemişti. Bu yüzden onu alarak balıklara yem olarak verdim.”
“Peki neden yerde olamaz?”
“Çünkü ekmek Allah’ın bir nimetidir.”
Ekmek Allah’ın bir nimetidir! Bu dersimizde İsa’nın gökten inmiş olan diri ekmek olduğunu öğrendik. O her birimiz için Allah’ın bir nimetidir. Şimdi soru, bu nimetle ne yapacağımızdır. Yalnızca iki seçenek var. O’nun söylediğine inanabilir, ya da O’ndan bazı öğrencileri gibi tiksintiyle uzaklaşabiliriz. Seçim sizin!
Tartışma Soruları
1. Ekmeğin günlük hayatınızda ne kadar önemli olduğunu hiç düşündünüz mü?
2. İsa’nın 5000 erkeği ve ailelerini doyurmasında sizi en çok ne etkiledi?
3. “Hayat ekmeği” unvanı İsa için neyi ima ediyor?
4. Yahudilerin İsa’nın söylediklerini kabul etmeleri neden o kadar zordu?
5. Şimdiye kadar, kader hakkında ne anlıyorsunuz?
Tabii ki elektriği, bilgisayarları, cep telefonlarını, çamaşır maki- neleri ve otomobilleri düşünebilirsiniz. Fakat bu şeyler hayatın konforlarıdır, zaruri ihtiyaçları değil. Daha temel düzeyde düşünecek olursak, bilhassa yukarıda listelediğimiz ilk maddeye ilişkin olarak, bulduğumuz sonuca şaşırabiliriz. Birinci ipucu bunun bir yiyecek olduğu. İkinci ipucu bunu her gün yediğimiz. Buldunuz mu? Yanıt, ekmek.
Bazı kişiler “Ekmek mi? Bu çok saçma!” diyebilir.
Fakat Türklerin dünyadaki tüm ülkelerden daha fazla ekmek tükettiğini biliyor muydunuz? Araştırmalara göre, ortalama kişi başına ekmek tüketimi yılda 146 kilo. Çoğumuz her yıl ağırlığımızın iki katı ekmek yiyoruz! Bunu böldüğümüzde, günlük ortalama ekmek tüketimi yarım kilonun biraz altında çıkıyor. Bunu diğer yiyeceklerle karşılaştırırsak, aldığımız toplam kalorinin %45’inin ve yediğimiz proteinin %47’sinin tamamen ekmekten geldiğini öğreniriz. Ekmeği beslenme düzenimizden çıkarsaydık, yiyeceğimizin yarısını kaybetmemize denk olurdu! Evet, ekmek sandığımızdan daha önemli.
Ekmekten deyimlerimizde nasıl söz ettiğimizi hiç düşündünüz mü? Bir kimse işimizi elimizden almaya çalıştığında şöyle deriz:
“Ekmeğimle oynuyor.”
Bir kimse ilk kez ya da yeni bir işe girdiğinde şöyle deriz:
“Artık büyüdü, ekmeğini eline alıyor.”
Hepimiz her şeyde başarılı olur gibi görünen birilerini tanırız. Tıpkı Frigya Kralı Midas gibi, sanki dokunduğu her şey altına dönüşür. Onun yeteneklerine ve başarısına hayret ederek şöyle deriz:
“Ekmeğini taştan çıkarır.”
Ekmek para gibidir. Onsuz yaşayamazsınız! Tabii ki mecbur kalsak ekmeksiz yaşamaya çalışabilirdik. Ancak kahvaltıyı ekmeksiz yediğinizi düşünebiliyor musunuz? Çorbanızın yanında ne yerdiniz? Herhalde midenizin boşluğu hayatın boşluğunun sadece yarısı kadar olurdu. Evet, ekmek zaruri bir ihtiyaçtır. Hatta bazıları daha ileri giderek ekmek hayattır diyebilirler!
İki bin yıl kadar önce bir adam da aynı şeyi söyledi. Ancak O’nun söz ettiği ekmek her yemekte yediğimiz sıradan ekmek değildi. O, daha da büyük bir şeyden, kendisinden söz ediyordu. Belki merak ediyorsunuzdur,
“İyi ama neden bir kimse kendisine ekmek desin ki?”
Yuhanna 6. bölüm, 1–3 ayetlerini okuyarak öğrenelim:
1 Bundan sonra İsa, Celile –Taberiye– Gölü’nün karşı yakasına geçti. 2 Ardından büyük bir kalabalık gidiyordu. Çünkü hastalar üzerinde yaptığı mucizeleri görmüşlerdi. 3 İsa dağa çıkıp orada öğrencileriyle birlikte oturdu.
Önceki derslerde gördüğümüz gibi, İsa her zaman oradan oraya giderek öğretiyor ve hastaları iyileştiriyordu. Bir yerde kalarak insanların kendisine gelmesindense, O insanlara gidiyordu. İsa’nın günlük hayatında Allah’ın tüm insanlığa ulaşma çabasının ve arzusunun mükemmel bir örneğini görüyoruz. İsa konuştuğunda insanların kalpleri açılıyor ve korkuları yok oluyordu. Bu, pek çok kişinin her gün yaşamak istediği bir tecrübeydi.
Bu belirli olayda, büyük bir kalabalık O’nu Celile Gölü’nün diğer kıyısına kadar izlemişti. O’nun daha önce yaptığı mucizelerin haberi yayıldığında, kalabalık binlerce kişiye ulaşmaya başladı. İsa ile öğrencileri dinlenebilecekleri ve O’nun kalabalığa konuşabileceği için güzel bir yer bulduklarında durup oturdular. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Yuhanna 6. bölüm, 4–10 ayetlerine bakalım:
4 Yahudiler’in Fısıh Bayramı yakındı. 5 İsa başını kaldırıp büyük bir kalabalığın kendisine doğru geldiğini görünce Filipus’a, “Bunları doyurmak için nereden ekmek alalım?” diye sordu. 6 Bu sözü onu denemek için söyledi, aslında kendisi ne yapacağını biliyordu. 7 Filipus O’na şu yanıtı verdi: “Her birinin bir lokma yiyebilmesi için iki yüz dinarlık ekmek bile yetmez.” 8–9 Öğrencilerinden biri, Simun Petrus’un kardeşi Andreas, İsa’ya dedi ki, “Burada beş arpa ekmeğiyle iki balığı olan bir çocuk var. Ama bu kadar adam için bunlar nedir ki?” 10 İsa, “Halkı yere oturtun” dedi. Orası çayırlıktı. Böylece halk yere oturdu. Yaklaşık beş bin erkek vardı.
İsa etrafında olup bitenlerin her zaman farkındaydı. Bu kişilerin çoğunun kendisini konuşurken dinlemek üzere bütün sabah yolculuk ettiklerini biliyordu. Pek çoğunun fakir olduğunu ve çok az yiyecekleri olduğunu da biliyordu. Onları nasıl boş midelerle eve gönderebilirdi? Öte yandan, onları nasıl doyurabilirdi? Filipus’un da dediği gibi, ekmek almaya yetecek paraları yoktu. Ayrıca, Andreas da ne düşünüyordu öyle? İki balık ve beş somun ekmek 5000 adamı ve ailelerini nasıl doyurabilirdi ki? Öğrencilerin şansına, İsa sıradan bir adam değildi.
Şimdiye dek cinleri çıkarmış, bir fırtınayı yatıştırmış ve bir kızı ölümden diriltmişti bile. O kötü ruhlar, doğa, hastalık ve ölüm üzerinde yetki sahibiydi. Sorunları yiyecek yetersizliği değildi. İmanlarının yetersizliğiydi! 11–14 ayetleriyle devam edelim:
11 İsa ekmekleri aldı, şükrettikten sonra oturanlara dağıttı. Balıklardan da istedikleri kadar verdi. 12 Herkes doyunca İsa öğrencilerine, “Artakalan parçaları toplayın, hiçbir şey ziyan olmasın” dedi. 13 Onlar da topladılar. Yedikleri beş arpa ekmeğinden artakalan parçalarla on iki sepet doldurdular. 14 Halk, İsa’nın yaptığı mucizeyi görünce, “Gerçekten dünyaya gelecek olan peygamber budur” dedi.
Bir an için durup bu sahneyi hayal edelim. İnsanların mideleri gurulduyor, hiç yiyecekleri yok, ve birdenbire sepetler dolusu ekmek ve balık ortaya çıkıyor. İleri atılarak sepetlere ulaşıyorlar. Eller birbiri ardınca birer somun ve balık alıyor, fakat sepetler hiçbir zaman boşalmıyor. İnsanlar bunun bir mucize olduğunu biliyorlardı. Ataları Mısır’dan ayrıldığından beri böyle bir şey görmemişlerdi. Heyecanlı haykırışlar arasında çocuklar tok midelerle öteye beriye koşturuyorlardı. Anne–babaları Allah’ı överken, öğrenciler ancak hayret içinde orada duruyorlardı. İsa’nın bir kenara çekilerek yüzünde gülümsemeyle izlediğini hayal etmek zor değil.
İsa’nın yiyecekleri dağıtmadan önce Allah’a şükretmesi ilginç değil mi? Elimizde ne kadar az olursa olsun, hiçbir şey olmamasından her zaman iyidir! Biz de şükretmeyi unutmamalıyız.
İsa’nın yiyeceklerin hiçbir kısmının boşa gitmesine izin vermemesi de ilginç. İnsanlar doyduğunda, öğrencilerinden hemen artanları toplamalarını istedi. Fakat yalnızca ekmekten söz ettikleri dikkatinizi çekti mi? Balıktan bahsedilmiyor. İsa’nın zamanında ekmek tıpkı bugün olduğu kadar önemliydi ve İsa bunun birazının dahi ziyan edilmesini
istemiyordu. Büyük ihtimalle ekmek bugün olduğundan bile daha önemliydi, zira o zamanlar üretilmesi daha zordu. Bu nedenle İsa öğrencilere ekmeği toplamalarını ve fakirlere dağıtmalarını söyledi. Fakat o ekmeği yalnızca bunun için kullanmadı. Daha önemli bir noktayı vurgulamak için de kullandı.
Ertesi gün İsa ile öğrencileri Kefernahum adında bir kasabaya geldiler. Burası Celile Denizi’nin karşı kıyısındaki küçük bir balıkçı köyü ve Petrus, Andreas, Yakup ve Yuhanna’nın memleketiydi. Belki İsa yorgundu ve dinlenmek istiyordu. Belki Petrus ile Andreas birkaç gün ailelerini ziyaret etmek istediler. Bilmiyoruz. Ancak balık ve ekmek yiyen bir grup insanın İsa’yı Kefernahum’a dek izlediklerini biliyoruz. Öyküye Yuhanna 6. bölüm, 25–27 ayetlerinden devam edelim:
25 O’nu gölün karşı yakasında buldukları zaman, “Rabbî, buraya ne zaman geldin?” diye sordular. 26 İsa şöyle yanıt verdi: “Size doğrusunu söyleyeyim, doğaüstü belirtiler gördüğünüz için değil, ekmeklerden yiyip doyduğunuz için beni arıyorsunuz. 27 Geçici yiyecek için değil, sonsuz yaşam boyunca kalıcı yiyecek için çalışın. Bunu size İnsanoğlu verecek. Çünkü Baba Tanrı O’na bu onayı vermiştir.”
Of! İsa’nın ses tonunu hissettiniz mi? Onları azarladığını söylemek ha f kalır. Doğrudan küçük topluluğa hitap etti ve özde şunları söyledi:
“Siz Benimle ilgilenmiyorsunuz. Yalnızca karınlarınızın doymasını istiyorsunuz.”
Başka bir deyişle,
“Ekmek sizin için onu size veren Kişi’den daha önemli.”
İsa pek çok kişinin kendisini dünyevi kazanç için izlediğini biliyordu. Pek çokları için aldıkları ruhsal dersler yalnızca birer dipnottu. Onlar hayatlarını kolaylaştıracak, daha rahat ve güvenli hale getirecek olan şeyi istiyorlardı. İsa güçlerini Romalıları ortadan kaldırmak, İsrail Kralı olmak, ya da yalnızca kendilerini iyi bir yemekle doyurmak için kullanacak olursa O’nun yanında bulunmak istiyorlardı. Sorun, tüm bunların geçici şeyler olmasıydı; sonsuza dek sürmeyeceklerdi. İsa onlara yanlış şeye odaklandıklarını söyledi. Hayatlarını geçici değil, ebedî ödüller
için çalışarak geçirmeliydiler. 28. ve 29. ayetleri okuyalım:
28 Onlar da şunu sordular: “Tanrı’nın istediği işleri yapmak için ne yapmalıyız?” 29 İsa, “Tanrı’nın işi O’nun gönderdiği kişiye iman etmenizdir” diye yanıt verdi.
İsa belki de en karmaşık sorulardan birine en basit yanıtı verdi. Allah’ı tatmin etmek için pek çok şey yapmamız gerektiğini düşünmemiz gayet doğal. Ne var ki, İsa tüm yapmamız gerekenin “Allah’ın gönderdiği kişiye” iman etmek olduğunu söylüyor. Tabii ki bu olay bağlamında İsa kendisinden söz ediyor. Önceki derslerimizden birinde gördüğümüz gibi, gökten gönderilen kişi O’dur.
Sanki İsa kendisinin kim olduğunu kanıtlamak için yeteri kadar şey yapmamış gibi, insanlar O’ndan başka bir mucize yapmasını istediler. Onların bu isteği, Şeytan’ın İsa’yı taşları ekmeğe çevirmek için kışkırtmasından farksızdı. Bunu Yuhanna 6. bölüm, 30–33 ayetlerinde okuyalım:
30 Bunun üzerine, “Görüp sana iman etmemiz için nasıl bir belirti gerçekleştireceksin? Ne yapacaksın?” dediler. 31“Atalarımız çölde man yediler. Yazılmış olduğu gibi, ‘Yemeleri için onlara gökten ekmek verdi.’” 32 İsa onlara dedi ki, “Size doğrusunu söyleyeyim, gökten ekmeği size Musa vermedi, gökten size gerçek ekmeği Babam verir. 33 Çünkü Tanrı’nın ekmeği, gökten inen ve dünyaya yaşam verendir.”
Topluluğun sorusu size biraz tuhaf gelmiyor mu? İnsanlar Musa’nın çölde gösterdiği gibi bir mucize istiyorlardı. İsa’nın kendilerine gökten ekmek vermesini istiyorlardı. İsa’nın önceki gün binlerce kişiyi iki balık ve beş ekmekle doyurduğunu şimdiden unutmuşlar mıydı?
İsa bu insanları hizaya getirmek için hiç vakit kaybetmedi. Çölde man veren Musa değil, Allah’tı. Musa yalnızca Allah’ın elinde bir araçtı. Dahası, man daha büyük bir şeyin yalnızca simgesi, ya da öngörümüydü. İsa buna “gökten inen ve dünyaya yaşam veren gerçek ekmek” adını verdi.
Önceki derslerimizden birinde İsa’nın “Allah’ın Sözü” olarak gökten indiğini ve hayat verme gücüne sahip olduğunu öğrenmiştik. Ayrıca, O ölü kızı hayata döndürdüğünde bu güce tanık da olmuştuk. İsa kendisini ekmeğe benzetebilirdi, zira O hayat verme gücüne sahipti. İsa kendi kimliğini ya da yetkisini bildirmekten çekinmiyordu. Hatta öz olarak şunu söylüyordu:
“Ben ekmek kadar vazgeçilmezim.”
İnsanların “gerçek ekmek”in kim ya da ne olduğuna dair şüpheleri kaldıysa, İsa’nın sonraki ifadesi bunları gidermiştir.
İnsanlar “gerçek ekmek”ten söz edildiğini duyduktan sonra İsa’ya bunu kendilerine vermesi için yalvardılar. O’nun yanıtını Yuhanna 6. bölüm, 35–40 ayetlerinde okuyabiliriz:
35 İsa, “Yaşam ekmeği Ben’im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz” dedi. 36 “Ama ben size dedim ki, ‘Beni gördünüz, yine de iman etmiyorsunuz.’ 37 Baba’nın bana verdiklerinin hepsi bana gelecek ve bana geleni asla kovmam. 38 Çünkü kendi isteğimi değil, beni gönderenin isteğini yerine getirmek için gökten indim. 39 Beni gönderenin isteği, bana verdiklerinden hiçbirini yitirmemem, son gün hepsini diriltmemdir. 40 Çünkü Babam’ın isteği, Oğul’u gören ve O’na iman eden herkesin sonsuz yaşama kavuşmasıdır. Ben de böylelerini son günde dirilteceğim.”
Bazılarımız için İsa’nın sözleri sarsıcı, öyle olmalı da! İsa açık bir şekilde kendisini Allah’ın insanlara canın beslenmesi ve tazelenmesi için armağanı olarak tanıtıyor. Normal ekmek bize fiziksel hayat verir. Fakat İsa bize ebedî hayat verir!
İsa hayat ekmeğidir! Bir dakika bunun üzerinde düşünelim. Neredeyse anlaşılamayacak kadar derin ve reddetmesi çok kolay. Bu ifadeye karşılık biz ne yapalım? Kalabalığın kendi sözleriyle:
“Ne yapmalıyız?”
Üzerimize düşen, İsa’nın daha önce belirttiği gibi, Allah’ın İsa’yı bu dünyaya gönderdiğine ve İsa’nın söylediği sözlere inanmak. Bu kadar basit! İnandığımız zaman ne olur? Hiçbir zaman acıkmayacak ve susamayacağız ve ebedî hayata sahip olacağız. O bizi kovmayacak ve geri çevirmeyecek. O bizim susuzluğumuzun giderilmesini istiyor. Eğer bu dersi okuyor ya da dinliyorsanız, ruhsal olarak aç ve susuzsunuz demektir. Başka yerlerde bulamadığınız bir şeyi arıyorsunuz. İsa şöyle diyor:
“Susuz kalmayın! Gelin, yiyin ve doyun! Benim sözlerim bu dünyanın sunabileceği tüm sulardan ve ekmeklerden daha besleyicidir!”
Tam burada, başlangıçtaki sorularımızdan birinin yanıtını buluyoruz işte. Hayatınız ne kadar perişan ve umutsuz görünürse görünsün, İsa kaderinizi değiştirebilir!
Fakat topluluktaki pek çok kişi İsa’nın söylediklerinden memnun değildi. O’nun iddiaları çok aşırıydı. O’nun en fazla bir peygamber olabileceğini düşündüler. Hatta bazıları O’nu tüm hayatları boyunca tanıyorlardı. Onların düşüncelerini 41. ve 42. ayetlerde okuyabiliriz:
41 “Gökten inmiş olan ekmek Ben’im” dediği için Yahudiler O’na karşı söylenmeye başladılar. 42 “Yusuf oğlu İsa değil mi bu?” diyorlardı. “Annesini de, babasını da tanıyoruz. Şimdi nasıl oluyor da, ‘Gökten indim’ diyor?”
İsa böyle bir tepkiyi bekliyordu, bu nedenle sorularını hemen yanıtladı. Bu sözleri Yuhanna 6. bölüm, 43–51 ayetlerinde kayıtlıdır:
43 İsa, “Aranızda söylenmeyin” dedi. 44 “Beni gönderen Baba bir kimseyi bana çekmedikçe, o kimse bana gelemez. Bana geleni de son günde dirilteceğim. 45 Peygamberlerin yazdığı gibi, ‘Tanrı onların hepsine kendi yollarını öğretecektir.’ Baba’yı işiten ve O’ndan öğrenen herkes bana gelir. 46 Bu, bir kimsenin Baba’yı gördüğü anlamına gelmez. Baba’yı sadece Tanrı’dan gelen görmüştür. 47 Size doğrusunu söyleyeyim, iman edenin sonsuz yaşamı vardır. 48 Yaşam ekmeği Ben’im. 49 Atalarınız çölde man yediler, yine de öldüler. 50 Gökten inen öyle bir ekmek var ki, ondan yiyen ölmeyecek. 51 Gökten inmiş olan diri ekmek Ben’im. Bu ekmekten yiyen sonsuza dek yaşayacak. Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek de benim bedenimdir.”
İsa hayat ekmeğidir! İsa’ya göre bunu kabul edebilecek kişiler yalnızca Allah’ı dinlemekte olanlardır. Allah’ı gerçekten dinliyorsanız, İsa’ya yönlendirileceksiniz. O Allah’ı görmüş olan tek kişidir, çünkü gökte O’nunla birlikteydi. O “diri ekmek”tir, çünkü O hayat verme, dahası, ebedî hayat verme gücüne sahiptir!
Ancak İsa burada durmadı; söylemek istediği püf noktasına gelinceye kadar konuşmaya devam etti. Tıpkı Allah’ın İsraillilere yaşamaları için man verdiği gibi, İsa da kendi bedenini verecekti.
Herhalde İsa’nın bununla nereye varmaya çalıştığını merak ediyorsunuzdur. Endişelenmeyin, bu doğal bir tepki. Yahudiler de şaşkınlığa ve şoka uğradılar. İnsan eti yemek şöyle dursun, kirli hayvanları veya kanlı eti dahi yemezlerdi. Tiksintiyle oradan ayrılmadılarsa, pek çoğu ayrılmak üzereydi. İsa yamyamlığı mı teşvik ediyordu? Besbelli ki yanıt hayır! Öyleyse O’nun sözlerinin ardındaki ruhsal mesajı arayalım. Yuhanna 6. bölüm, 52–58 ayetler:
52 Bunun üzerine Yahudiler, “Bu adam yememiz için bedenini bize nasıl verebilir?” diyerek birbirleriyle çekişmeye başladılar. 53 İsa onlara şöyle dedi: “Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz. 54 Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim. 55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. 56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda. 57 Yaşayan Baba beni gönderdiği ve ben Baba’nın aracılığıyla yaşadığım gibi, bedenimi yiyen de benim aracılığımla yaşayacak. 58 İşte gökten inmiş olan ekmek budur. Atalarınızın yedikleri man gibi değildir. Atalarınız öldüler. Oysa bu ekmeği yiyen sonsuza dek yaşar.”
Kısacası, İsa bizim de İsraillilerin çölde kaybolduklarında öğrendikleri dersin aynını öğrenmemiz gerektiğini söylüyor.
Hatırlarsanız, her sabah man toplamaya çıkıyorlardı. Man toplarken, tüm ihtiyaçlarını Allah’ın karşıladığını hatırlıyorlardı. Yiyecek için, su için, hatta kendilerini korumak için bile endişelenmelerine gerek yoktu. Man, onlar için Allah’ın vaatlerini tutacağının gündelik hatırlatıcısıydı. Aynı şekilde, biz de zamanımızı ve enerjimizi İsa’nın sözleri olan “man”ı toplayarak harcamalıyız. O’nun eylemleri, öğretileri ve tüm yaşamı ruhsal besindir. O’nun öğretilerini yiyip içtiğimizde, yani dinleyip üzerinde düşündüğümüzde ve bunları hayatlarımızda uyguladığımızda, hiçbir zaman ruhsal açlık veya susuzluk çekmeyiz. İsa bizim odak noktamız olmalıdır, çünkü O’nun hayatı Allah’ın insanlığa mesajının ta kendisidir!
İsa’nın sözleriyle halen boğuşuyorsanız, yalnız değilsiniz. Her gün İsa’yla birlikte yaşayan öğrencilerin de kafası karışmıştı. Ancak İsa kafalarının karışmasını istemiyordu, bu nedenle kendisini daha açık bir şekilde ifade etti. Yuhanna 6. bölüm 60–63 ayetlerine bakalım:
60 Öğrencilerinin birçoğu bunu işitince, “Bu söz çok çetin, kim kabul edebilir?” dediler. 61 Öğrencilerinin buna karşı söylendiğini anlayan İsa, “Bu sizi şaşırtıyor mu?” dedi. 62 “Ya İnsanoğlu’nun önceden bulunduğu yere yükseldiğini görürseniz...? 63 Yaşam veren Ruh’tur. Beden bir yarar sağlamaz. Sizlere söylediğim sözler ruhtur, yaşamdır.
İsa öğrencilerine mecazen konuştuğuna dair güvence verdi. Bedenini gerçekten yemelerini beklemiyordu. Ancak onların, söylediği sözlerin ardındaki daha derin anlamı kavramalarını bekliyordu. Ne yazık ki bazıları bunu yapmadılar.
Bu aslında İsa’nın hayatında ve hizmetinde çok kritik bir andı. İsa’nın dediği gibi, pek çok kişi O’nu maddesel bir şeyler elde etme umuduyla izliyordu. O’nun beden yemekten, kan içmekten ve ölmekten söz ettiğini duyduklarında, doğal olarak O’nun öğretilerine dair hayal kırıklığına uğradılar. O’nun sözlerini anlamadılar, çünkü Allah’tan çok dünyaya odaklıydılar. Ekmeği ve balığı istiyorlardı, “gökten inmiş olan diri ekmek”i değil. Bu nedenle bazılarının ayrılması bizi şaşırtmamalı. 66–69 ayetlerini okuyarak dersimizi bitirelim:
66 Bunun üzerine öğrencilerinin birçoğu geri döndüler, artık O’nunla dolaşmaz oldular. 67 İsa o zaman Onikiler’e, “Siz de mi ayrılmak istiyorsunuz?” diye sordu. 68 Simun Petrus şu yanıtı verdi: “Rab, biz kime gidelim? Sonsuz yaşamın sözleri sendedir. 69 İman ediyor ve biliyoruz ki, sen Tanrı’nın Kutsalı’sın.”
Bir kadınla oğlu, güneşli ve sıcak bir pazar günü İstanbul Boğazı kıyılarında yürüyorlardı. Biraz kuşyemi almışlardı, bunu martılara ve güvercinlere atıyor ve kuşların değerli lokmalar için yarışmalarını izliyorlardı. Kayalara oturdular ve çıtır gofret yediler. Daha sonra çimenler üzerinde otururken kuvvetli rüzgârda gökyüzünde dans eden rengarenk uçurtmaları seyrettiler. Çocukların bağırışlarını dinlediler ve limanlarına binlerce gemi getiren taze ve tuzlu denizin havasını içlerine çektiler.
Birkaç saat sonra vapura binerek denizin diğer yakasına geçmeye karar verdiler. İskeleye yürürlerken, anne yere bakarak durdu. Eğilip yerden bir parça ekmek alırken oğlu da seyrediyordu. Kadın ekmeği alnına götürdü, bir şeyler mırıldandı, deniz kıyısına yürüyerek denize attı. Çocuk daha önce hiç böyle bir şey görmemişti. Annesine bakarak sordu:
“Anne, neden o ekmeği alıp denize attın?”
“Oğlum, ben küçük bir kızken annem bana ekmeğin üzerine basılmasın diye asla yerde bırakılmamasını söylemişti. Bu yüzden onu alarak balıklara yem olarak verdim.”
“Peki neden yerde olamaz?”
“Çünkü ekmek Allah’ın bir nimetidir.”
Ekmek Allah’ın bir nimetidir! Bu dersimizde İsa’nın gökten inmiş olan diri ekmek olduğunu öğrendik. O her birimiz için Allah’ın bir nimetidir. Şimdi soru, bu nimetle ne yapacağımızdır. Yalnızca iki seçenek var. O’nun söylediğine inanabilir, ya da O’ndan bazı öğrencileri gibi tiksintiyle uzaklaşabiliriz. Seçim sizin!
Tartışma Soruları
1. Ekmeğin günlük hayatınızda ne kadar önemli olduğunu hiç düşündünüz mü?
2. İsa’nın 5000 erkeği ve ailelerini doyurmasında sizi en çok ne etkiledi?
3. “Hayat ekmeği” unvanı İsa için neyi ima ediyor?
4. Yahudilerin İsa’nın söylediklerini kabul etmeleri neden o kadar zordu?
5. Şimdiye kadar, kader hakkında ne anlıyorsunuz?