Bazı kişiler İsa’nın hiçbir zaman gerçekten ölmediğini söylüyor. O’nun yalnızca ölmüş gibi göründüğünü ve bundan sonra göğe alındığını ileri sürüyorlar. Bunu hiç duydunuz mu? Sizce gerçek nedir? Nasıl bilebilirsiniz? Kutsal yazılar bu konuda ne diyor? Gerçekten bu kadar önemli mi? Bu soruların yanıtlarını anlamamıza yardımcı olması için, ihtiyar bir adam ve ardında bıraktığı mirasla ilgili bir öyküyle başlayalım.
Erol’un yakasından aşağı kadar uzanan gümüş renkli bir sakalı vardı. Takkesiz olarak çok nadir görülürdü. Kore savaşında yara- lanmış olmasına rağmen yürürken topallamıyordu bile. 82 yıllık hayatı boyunca bilgeliği ve adil davranışı ile köyünde büyük saygı kazanmıştı. Herkes onun tüm ticari işlerinde doğru ve dürüst olduğunu söyleyebilirdi, vasiyetinde bile öyleydi.
Erol’un üç oğlu ve üç kızı vardı, fakat hepsi aynı anneden değildi. Bir oğlu ve bir kızı erken yaşta kanserden ölen ilk karısındandı. Diğer çocukları daha bir yıl önce vefat etmiş olan ikinci karısındandı. Erol kendi zamanının da gelmekte olduğunu gördüğünden, mal varlığını çocuklarına devretmeyi düşündü. Çocuklarının malvarlığının bölüşülmesi konusunda hiçbir zaman anlaşamayacaklarını bildiğinden, işi kendisi yapmak ve ortaya çıkacak bütün anlaşmazlıkları önlemek istedi. Türkiye’de hiçbir dava miras davaları kadar uzun ve zorlu değildir.
Bunu aklında tutarak, mallarını nasıl eşit parçalara bölebileceğini düşündü. Arazilerinden bazıları diğerlerinden daha büyük ve daha değerliydi. Bazıları tarlaydı, iki arazinin üzerinde ise evler vardı. Büyük bir servet değildi, ama kayda değer bir varlıktı. Arazilerin bazılarını babasından miras almıştı. Erol’un yedi kardeşi vardı ve babalarının malvarlığı aralarında bölüştürüldüğünde tarıma uygun pek bir şey bırakmamıştı. Erol hayatı boyunca başka mallar da edindi: çoğunlukla şehre taşınan çocukların köyde ölen babalarının mirasını sattıklarında.
Erol tüm çocuklarının en büyük ve en verimli tarlayı istediklerini biliyordu. Bunu satarak aileden çıkmasına neden olmak yazık olacaktı. Ancak malları bölmenin başka bir adil yolu görünmüyordu. Erol her şeyin satılmasına ve vergileri ödendikten sonra her çocuğun eşit pay almasına karar verdi.
Böylece Erol bir avukata giderek malların nasıl satılacağına ve paranın nasıl paylaştırılacağına ilişkin tüm ayrıntıları içeren bir vasiyetname hazırlattı. Sonra notere giderek her şeyi yasal olarak kayıt altına aldılar. Ayrıca, Erol böyle bir vasiyetname hazırlayacak melekelere sahip olduğunu göstermek için fiziksel ve psikolojik muayenelerden de geçmişti. Sonra Erol avukattan tuhaf bir şey yapması için istekte bulundu.
Erol avukata şöyle dedi:
“Beni malların nasıl satılmasını ve paranın çocuklar arasında nasıl bölüştürülmesini istediğimi açıklarken videoya çekmeni istiyorum. Vasiyetname işin yapılması için gereken yasal dayanağı sağlayacaktır. Fakat çocuklarımı tanıyorum. Birilerinin beni zorladığını ya da vasiyetnamenin sahte olduğunu söyleyeceklerdir. Beni, videoda varlıklarımın nasıl tas ye edilmesi gerektiğini kendi ağzımla açıklarken görmelerini istiyorum.”
Avukat kabul etti ve Erol’u mallarıyla ne yapılmasını istediğini açıklarken videoya çekti.
Zaman geçti, Erol öldü ve çocuklar cenaze için köye geldiler. Ancak çocuklar gelir gelmez büyük tarlayı kimin alacağına dair tartışmaya başladılar. En büyük oğul Cem şöyle dedi:
“Babamın eşimin de yanında pek çok kez o tarlayı benim almamı istediğini söylediğini işittim.”
Karısı kocasının söylediklerini doğruladı. Kızlardan biri söz aldı:
“Babamın bir vasiyetname hazırladığını biliyorum. O vasiyet- nameyi bulmamız gerekiyor. Babam büyük tarlanın Cem’e verilmesi hakkında hiçbir zaman bir şey söylemedi.”
Cenazeden sonra vasiyetname avukatın bürosunda bulundu. Belediye tarafından resmi olarak kayıt altına alınmış olmasına rağmen, Cem konuyu mahkemeye taşıdı. Diğer çocukların babasını vasiyetini değiştirmeye zorladıklarını ve bunun geçerli olmadığını ısrarla söyledi. Cem hakime şöyle dedi:
“Babam büyük tarlayı benim almamı istedi. Ben en büyük oğluyum ve o bana ait. Kardeşlerim ben yokken onu zorlamış olmalılar.”
Tartışma, avukat Erol’un ne yapılmasını istediğini bildirdiği videoyu ortaya çıkarana dek devam etti. Hakim bunu izledi ve şöyle dedi:
“Elimde noter tarafından mühürlenmiş ve avukat tarafından tanık olunmuş yazılı bir vasiyetname var. Bunun zorlamayla yapıldığını ya da değiştirildiğini söylemek büyük saçmalık. İnanılır şey değil. Erol Bey’in ifadesini kendiniz de gördünüz. Başka bir kanıta ne ihtiyacımız var? Vasiyetname yazılı olduğu şekilde geçerlidir. Mallar satılacak ve net gelir Erol’un istediği şekilde çocuklar arasında eşit olarak paylaştırılacaktır. Dava kapanmıştır.”
Davadaki konu birkaç tanığın, yani noter ve avukatın ifadesine göre bağlandı. Ancak en etkili tanıklık Erol’un yapmış olduğu videoydu. Kendi tanıklığı onun istemediği bir şeye zorlandığına ya da birisinin vasiyetnamesini değiştirdiğine dair her türlü şüpheyi giderdi. Pek çok kişinin Kutsal Kitap’ın bazı unsurları hakkında kirleri ya da şüpheleri var. Bunlardan biri İsa’nın gerçekten ölüp ölmediği. Ancak bu konuda gerçekten şüpheye yer yok, zira İsa’nın kendisi
bu konuda birden fazla kez konuştu. O’nun ifadeleri Matta, Markos ve Luka’da kayıtlı olmasına rağmen, Markos 8. bölüm 31. ve 32. ayetleri okuyarak başlayalım:
31 İsa, İnsanoğlu’nun çok acı çekmesi, ileri gelenler, başkâhinler ve din bilginlerince reddedilmesi, öldürülmesi ve üç gün sonra dirilmesi gerektiğini onlara anlatmaya başladı. 32 Bunları açıkça söylüyordu.
İsa, hizmetinde bu ana kadar öğrencilerine acı çekeceğinden ve ölümünden söz etmemişti. İsa’nın Nikodim’e şu sözleri söylediğini hatırlarsınız:
“Musa çölde yılanı nasıl yukarı kaldırdıysa, İnsanoğlunun da öylece yukarı kaldırılması gerekir. Öyle ki, Ona iman eden herkes sonsuz yaşama kavuşsun.”67
Yüzlerce yıl önce, İsrailliler çölden geçerlerken onlara yılanlar saldırdı. Bu çıkmaz durumda Allah Musa’ya tahtadan bir direğin üzerine tunç bir yılan koyup bunu yukarı kaldırmasını emretti. Buna bakan kişi yaşayacaktı. Aynı şekilde, bakmayanlar da öldüler. İsa Nikodim’e Mesih’in, yani kendisinin de aynı şekilde kaldırılacağını söyledi. Kendi ölümünü ilk kez burada ima ediyordu. İyileşmek için İsa’ya bakanlar şifa bulacak, hatta sonsuz hayata kavuşacaklardı. Ancak öğrenciler bu konuşmayı işitmemişlerdi. Onlar halen İsa’nın yeryüzünde güçlü bir krallık kurmasını ve kudretli bir kral olarak hüküm sürmesini bekliyorlardı.
İsa öğrencilerine kendisinin acı çekeceğini ve öleceğini söylediğinde Petrus bunu kabul etmek istemedi. Sevgili öğretmenini zarardan korumak istedi. Matta 16. bölüm, 22. ve 23. ayetlerde Petrus’un sözlerini ve İsa’nın verdiği karşılığı okuyalım:
22 Bunun üzerine Petrus O’nu bir kenara çekip azarlamaya başladı. “Tanrı korusun, ya Rab! Senin başına asla böyle bir şey gelmeyecek!” dedi. 23 Ama İsa Petrus’a dönüp, “Çekil önümden, Şeytan!” dedi, “Bana engel oluyorsun. Düşüncelerin Tanrı’ya değil, insana özgüdür.”
Petrus’un sözleri İsa’nın kurmaya geldiği krallığa uygun değildi. İsa fedakârlık temeline dayalı bir krallık kurmaya gelmişti, bu da ancak O’nun bizzat acı çekmesi yoluyla gerçekleştirilebilirdi.
Şeytan çölde İsa’yı baştan çıkarıcı sözlerle bu görevden yıldırmak istedi. İsa’yı bu krallığı kendini alçaltmadan ve acı çekmeden kurabileceğine ikna etmeye çalıştı. Şeytan İsa’ya bu dünyanın tüm krallıklarını vermeyi dahi teklif etti. Ancak bir bityeniği vardı. İsa’nın onun önünde eğilerek ona tapınması gerekiyordu. Tabii ki İsa reddetti.
Bir kez daha İsa, Şeytan’ın Allah’ın tasarısını engelleme girişimini gördü. Ancak Şeytan bu kez daha kurnazdı, Petrus’un duygularından yararlanarak ve onu yüksek sesle konuşmaya ayartarak onun aracılığıyla çalışıyordu. İsa’nın verdiği karşılık Petrus’tan çok onu konuşmaya kışkırtan Şeytan’a yönelikti. Petrus’un aklı dünyevi yücelikteydi, dolayısıyla Şeytan’ın telkinlerinden kolaylıkla etkileniyordu. Öyküyü Markos 8. bölüm, 34–38 ayetlerinde okumaya devam edelim:
34 Öğrencileriyle birlikte halkı da yanına çağırıp şöyle konuştu: “Ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin. 35 Canını kurtarmak isteyen onu yitirecek, canını benim ve Müjde’nin uğruna yitiren ise onu kurtaracaktır. 36 İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur? 37 İnsan kendi canına karşılık ne verebilir? 38 Bu vefasız ve günahkâr kuşağın ortasında, kim benden ve benim sözlerimden utanırsa, İnsanoğlu da, Babası’nın görkemi içinde kutsal meleklerle birlikte geldiğinde o kişiden utanacaktır.”
İsa çarmıh mecazını kullanarak O’nun uğruna kendi canınızı yitirmenizden söz etti. Çarmıh Roma’nın gücünün bir simgesiydi. İnsanın düşünebileceği en zalim ve aşağılayıcı ölüm şekliydi. Suçlulardan kendi çarmıhlarını infaz yerine kadar taşımaları isteniyordu. Çarmıhın kollarına bağlandıktan ya da çivilendikten sonra yukarı kaldırılıyorlardı, kimi zaman günlerce asılı kalarak yavaşça ölüyorlardı. Bu yüzden çarmıh mahkûmun omuzlarına konulurken, hüküm giyenler çoğunlukla çaresizlikle karışık bir şiddetle karşı koyuyorlardı.
Ancak İsa farklı bir resim çizdi. Öğrencilere kendisini izlemeyi gerçekten istiyorlarsa çarmıhı gönüllü olarak yüklenerek taşımaları gerektiğini söyledi. Onları kendi uğruna aşağılanacakları bir yaşama, hatta gerekirse ölüme çağırıyordu. Öğrencilere kendini inkârın bundan daha mükemmel bir resmi gösterilemezdi.
Allah’ın krallığının temeli özverili sevgidir. Allah’ın tasarısında her şey karşılıklılık üzerinedir. Her şey verir ve alır. Ağaçlar bize oksijen verir ve bizim verdiğimiz karbondioksiti değerlendirirler. Sevgi verip güven ve saygı alırız. Ancak Şeytan Allah’ın muazzam evren düzenine meydan okudu. Almayı ve vermemeyi arzuladı. Bu dünya bu ilkenin, benliğin üstünlüğü ilkesinin uygulanışının sonuçlarıyla dolu. İnsanlar gazetelerde okudukları korkunç suçlara hayret ediyorlar.
“İnsanlar nasıl böyle gaddarca şeyler yapabiliyorlar?” diye soruyorlar.
Suçlar yalnızca insan kalbinde hüküm süren bencilliğin sonucudur. Allah tüm akıllı yaratıklara Şeytan’ın karakterinin tam aksi olan kendi karakterini göstermeye çalışıyor. Mesih ile Şeytan arasındaki büyük mücadelede şu soru ortaya çıkmıştır:
“Allah’ta fedakârlık var mı?”
İsa çarmıhta fedakâr sevgiyi tüm insanoğullarına örnekle gös- terecekti. Bunu nasıl yapacaktı? Öncelikle kendi günahı için ölmeyecekti, zira İsa günahsızdı. Yeşaya’nın Mesih’e ilişkin peygamberlik sözünü hatırlıyor musunuz? Şöyle diyordu:
“Bundan dolayı büyüklerle beraber ona pay vereceğim, ve çapul malını zorlularla beraber paylaşacak; çünkü canını ölüme döktü, ve günahkârlarla sayıldı; çoğunun suçunu da o taşıdı, ve günahkârlar için şefaat etti.”68
Hiçbir günahı olmayan Kişi başkalarının günahlarını yüklenecek ve onlar adına aracılık edecekti. Eğer fedakâr sevgi bu değilse, nedir? Sizce O bunu nerede yapacaktı? Doğru, çarmıhta!
Bazıları, “Öyleyse doğru kişiler için hiçbir ödül yok mu?” diye sorabilir. Gerçekten de var. Doğru kişiler dirilişi ve sonsuz hayatı beklerler. Ebedî krallığın nasıl olacağını tabii ki tam olarak anlayamayız, fakat hayal edebiliriz. O zamana kadar sabırla beklememiz gerekiyor. Şimdilik, krallığın ilkeleri oraya girecek olan herkesin kalplerinde yer etmelidir. Öğrenciler bunu anlamadılar ve ona karşı direndiler. Çarmıh İsa’nın önündeydi. O bunu biliyordu ve o yolda gidiyordu. Bu olay meydana geldiğinde öğrencilerinin imanlarını kaybetmelerini istemiyordu, çünkü bu tarifsiz bir hayal kırıklığı olacaktı.
Öğrenciler kutsal yazıları bilselerdi bu şeyleri anlarlardı. Fakat din önderlerinin sahte öğretileriyle gözleri kör edilmişti. Bu bize bir ders olsun. Bir kimsenin öğretmen olması kutsal yazıları doğru yorumladığı anlamına gelmez. Bir kimsenin, geleneksel olsun modern olsun, bir kir sahibi olması bu fikrin doğru olduğu anlamına gelmez. Kutsal yazıları kendimiz için bilmeliyiz. Büyük yargıda herkes kendisi için hesap verecek.
“Öğretmenlerimiz bize yasayı tutmak zorunda olmadığımızı söylediler” diyerek Allah’ın yasasını bozmanıza mazeret gösteremeyeceksiniz. Her koyun kendi bacağından asılır!
Kutsal Kitap’ın ilk bölümlerinde günahın karşılığının ödenmesi gerektiğini görüyoruz. Bu, tüm Kutsal Kitap’ın dayandığı temel gerçektir. Adem ile Havva günah işlemeden önce Allah onları itaatsizliğin cezasına ilişkin uyardı:
“Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”69
Günah ölüm cezasını getirir. Fakat ilginç bir şekilde, Adem ile Havva günah işleyerek ölümü hak ettiklerinde, bir de umut vaadi verildi Allah, kadının (Havva’nın) soyunun Şeytan’ın başını ezeceğini söyledi. Aynı ayete dikkatli bakarsanız, Şeytan’ın kadının soyunun topuğunu yaralayacağının da yazılı olduğunu görürsünüz.70 Başka bir deyişle, Kurtarıcı’nın zaferi kendisinin acı çekmesi pahasına olacaktı.
Habil Allah’a kurban sundu, İbrahim ve diğer atalar da. İsraillilere verilen ibadet sistemi bütünüyle kurbanlar üzerine kuruluydu. Bu kurbanlar günahla ölüm arasında doğrudan bağlantı kuruyordu. Günahın cezasının ölüm olduğunu ve ödenmesi gerektiğini öğretiyorlardı. Ancak kim bunu ödeyebilir ve tekrar yaşayabilirdi? Ancak kendisi günahsız olan ve ödemesi gereken borcu olmayan birisi. Ancak bu şekilde hayata geri döndürülebilirdi. Kutsal yazılar her zaman ölümü yenerek hayata geri dönecek olan bir arabulucuya, kurtarıcıya ve kurbana işaret etmişlerdir.
Moriya Dağı’nda Allah İbrahim’i durdurarak kendi oğlunu kurban etmesini önledi. İbrahim oğluna şöyle demişti:
“Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak.”71
Allah bir bedel sağladı da. Çalılara bir koç takılmıştı. Vaftizci Yahya İsa’nın geldiğini gördüğünde şöyle dedi:
“İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!”72
Evet, İsa kurbanlık kuzu olacaktı. Tüm bu kurbanların işaret ettiği Kişi O’ydu. Yasanın gerekliliklerini yerine getirebilecek olan tek günahsız kişi O’ydu. Daniel peygamberin Mesih hakkında söylediğini hatırlıyor musunuz? Şöyle demişti:
“Ve bu altmış iki haftadan sonra mesholunan kesilip atılacak, ve bir şeyi olmıyacak.”73
Evet, Kutsal Kitap Mesih’in “kesilip atılacağını” söylüyor. Aynı sözcükler Yeşaya 53. bölüm, 8–10 ayetlerinde Mesih’i tanımlamak için kullanılmıştı:
8 Acımasızca yargılanıp ölüme götürüldü. Halkımın isyanı ve hak ettiği ceza yüzünden yaşayanlar diyarından atıldı. Onun kuşağından bunu düşünen oldu mu? 9 Şiddete başvurmadığı, ağzından hileli söz çıkmadığı halde, ona kötülerin yanında bir mezar verildi, ama öldüğünde zenginin yanındaydı. 10 Ne var ki, RAB onun ezilmesini uygun gördü, acı çekmesini istedi. Canını suç sunusu olarak sunarsa soyundan gelenleri görecek ve günleri uzayacak. RAB’bin istemi onun aracılığıyla gerçekleşecek.
Eski Antlaşma’da bir kurtarıcının geleceğine ve işlediğimiz günahlar için acı çekeceğine ve öleceğine ilişkin öngörüler okuyoruz. O yaşayanlar diyarından kesilip alınacaktı ve ölümünde mezarını zenginle birlikte yapacaklardı. Bundan daha açık ne olabilir? Mesih, kendi canını günah sunusu olarak sunacaktı.
Tıpkı Erol’un çocuklarının avukat ve noterin tanıdıklarından şüphelenmek istedikleri gibi, bazı insanlar pek çok şahidin tanıklıklarından şüphelenmeyi tercih ederler. İnsanlar kutsal yazıların değiştirildiğini düşünüyorlar. Peygamberlerin yazı- larının bildiğimiz en az üç dilde, İbranice, Aramice ve Yunanca olarak binlerce nüshası mevcutken, bir kimse nasıl bunlarda değişiklik yapabilir? Bu nüshalar Hindistan’dan Kuzey Afrika’ya ve İrlanda’ya kadar yayılmıştı. Bunların tümü İsa’nın öleceği ve dirileceği konusunda %100 hem kirdir. Bir kişi kendisindeki kutsal yazı nüshasını değiştirip, o yazının nüshalarını elinde bulunduran herkesi kirlerini kabul ederek kendi belgelerini de değiştirmeye ikna edebilir miydi? Üstelik, İsa’nın ölümüne şahit olan herkesin görgü tanıklığı anlattıklarını da değiştirmeleri gerekecekti. Erol’un
miras davasına bakan hakimin, vasiyetnamesinin değiştirilmesiyle ilgili olarak dediği gibi:
“Bu büyük saçmalık. İnanılır şey değil.”
Kutsal yazıların tüm bu nüshalarının birkaç kişinin doktrinsel kirlerine uyacak şekilde değiştirilmiş olması ve bu kişilerin herkesi aldatarak asıl nüshaların kendilerininkiler olduğuna kandırabilmesi de inanılır değil. Kısacası bu mümkün değil. Öykümüzdeki çocuklar şahitlerin doğruluğundan şüphe ettiklerinde, yargıç Erol’un kendisinin konuşmasına izin verdi. Onun tanıklığından sonra hiçbir şüphe kalmadı. İsa öğrencilerine açıkça söyledi,
“İnsanoğlu, insanların eline teslim edilecek ve öldürülecek, ama öldürüldükten üç gün sonra dirilecek.”74
Bundan daha açık konuşabilir miydi? İsa kendisinin öldürülmüş gibi görüneceğini söylemedi. O, kendisinin öldürüleceğini söyledi. Bunu bizzat kendisi söyledi. Başka şahitlere ne ihtiyacımız var?
Dilara 17 yaşındaydı, çok başarılı bir öğrenciydi ve hayvanları seviyordu. Üniversiteye gideceği zaman babası Necat kızının her tür kötülükten korunması ve başarılı olması için kurban kesmek istedi.
Dilara’nın babası hayvanı eve getirdi ve bahçede çite bağladı. Dilara koyuna baktığında, onun öldürüleceği düşüncesi kalbini sızlattı. Hayatı boyunca kurban kesilirken öldürme sahnesinden epey uzakta durmaya çalışmıştı. Fakat bu kez orada olması gerekiyordu.
Vakit geldi ve Dilara’nın amcasının bir ağıl, bir gider ve su hortumu ile hazırlanmış evine gittiler.
Dilara, “Babacım, neden onu öldürmek yerine birine hediye etmiyoruz?” diye sordu.
Babası hayretle ona baktı.
“Dilara, hayvanı öldürmeden nasıl kurban olur? Kurbanın tüm amacı budur. Hayvanı öldürmektir.”
Dilara üzgün gözlerle babasına baktı. Necat şöyle dedi:
“Nişan olmadan evlilik olur mu? Sünnet yapılmayan sünnet düğünü olur mu?”
Günahın cezası ödenmeden kurtuluş olur mu? Kurban olmadan kurtarıcı olur mu? İsa’nın tüm amacı gelmesi ve ölmesiydi. Aksi halde daha önce verilen tüm kurbanların anlamını ve öngörümünü boşa çıkarır. İsa’nın öldüğünü bilebiliriz, çünkü Eski Antlaşma peygamberleri bunu önceden bildirdiler. Sonra İsa’nın kendisi bunun meydana geleceğini söyledi. Bu önemli mi? Eğer İsa o çarmıh üzerinde ölmediyse günahın cezası ödenmemiştir ve her insan kendi doğal kaderine katlanarak kendi günahının cezasını ödemelidir, bu da dirilişi olmayan ölümdür. Fakat harika bir haber var. İsa kendisinin öleceğini söylemekle kalmadı. O, ölümden dirileceğini de söyledi. O, ölümü ve mezarı yenecekti, öyle ki biz öldüğümüzde diriliş olabilsin. Bundan daha iyi haber ne olabilir?
Tartışma Soruları
1. Erol neden avukata giderek yazılı ve yasal bir vasiyetname hazırlattı? Neden çocuklarına istediklerini söylemekle
yetinerek meseleyi onlara bırakmadı?
2. Erol’un en büyük oğlu vasiyetnamenin geçerliliğini neden inkâr etti?
3. Sizce bir kimse neden İsa’nın çarmıhta öldüğüne dair tanıklıkları reddetmek isteyebilir?
4. İsa canını kurtarmak isteyenlerin onu kaybedeceğini söylerken, sizce ne demek istedi?
5. Siz İsa uğruna canınızı yitirmeye hazır mısınız?
67 Bkz. Yuhanna 3:14–15.
68 Bkz. Yeşaya 53:12 (KM).
69 Bkz. Yaratılış 2:17.
70 Bkz. Yaratılış 3:15.
71 Bkz. Yaratılış 22:8.
72 Bkz. Yuhanna 1:29.
73 Bkz. Daniel 9:26 (KM).
74 Bkz. Markos 9:31.
Erol’un yakasından aşağı kadar uzanan gümüş renkli bir sakalı vardı. Takkesiz olarak çok nadir görülürdü. Kore savaşında yara- lanmış olmasına rağmen yürürken topallamıyordu bile. 82 yıllık hayatı boyunca bilgeliği ve adil davranışı ile köyünde büyük saygı kazanmıştı. Herkes onun tüm ticari işlerinde doğru ve dürüst olduğunu söyleyebilirdi, vasiyetinde bile öyleydi.
Erol’un üç oğlu ve üç kızı vardı, fakat hepsi aynı anneden değildi. Bir oğlu ve bir kızı erken yaşta kanserden ölen ilk karısındandı. Diğer çocukları daha bir yıl önce vefat etmiş olan ikinci karısındandı. Erol kendi zamanının da gelmekte olduğunu gördüğünden, mal varlığını çocuklarına devretmeyi düşündü. Çocuklarının malvarlığının bölüşülmesi konusunda hiçbir zaman anlaşamayacaklarını bildiğinden, işi kendisi yapmak ve ortaya çıkacak bütün anlaşmazlıkları önlemek istedi. Türkiye’de hiçbir dava miras davaları kadar uzun ve zorlu değildir.
Bunu aklında tutarak, mallarını nasıl eşit parçalara bölebileceğini düşündü. Arazilerinden bazıları diğerlerinden daha büyük ve daha değerliydi. Bazıları tarlaydı, iki arazinin üzerinde ise evler vardı. Büyük bir servet değildi, ama kayda değer bir varlıktı. Arazilerin bazılarını babasından miras almıştı. Erol’un yedi kardeşi vardı ve babalarının malvarlığı aralarında bölüştürüldüğünde tarıma uygun pek bir şey bırakmamıştı. Erol hayatı boyunca başka mallar da edindi: çoğunlukla şehre taşınan çocukların köyde ölen babalarının mirasını sattıklarında.
Erol tüm çocuklarının en büyük ve en verimli tarlayı istediklerini biliyordu. Bunu satarak aileden çıkmasına neden olmak yazık olacaktı. Ancak malları bölmenin başka bir adil yolu görünmüyordu. Erol her şeyin satılmasına ve vergileri ödendikten sonra her çocuğun eşit pay almasına karar verdi.
Böylece Erol bir avukata giderek malların nasıl satılacağına ve paranın nasıl paylaştırılacağına ilişkin tüm ayrıntıları içeren bir vasiyetname hazırlattı. Sonra notere giderek her şeyi yasal olarak kayıt altına aldılar. Ayrıca, Erol böyle bir vasiyetname hazırlayacak melekelere sahip olduğunu göstermek için fiziksel ve psikolojik muayenelerden de geçmişti. Sonra Erol avukattan tuhaf bir şey yapması için istekte bulundu.
Erol avukata şöyle dedi:
“Beni malların nasıl satılmasını ve paranın çocuklar arasında nasıl bölüştürülmesini istediğimi açıklarken videoya çekmeni istiyorum. Vasiyetname işin yapılması için gereken yasal dayanağı sağlayacaktır. Fakat çocuklarımı tanıyorum. Birilerinin beni zorladığını ya da vasiyetnamenin sahte olduğunu söyleyeceklerdir. Beni, videoda varlıklarımın nasıl tas ye edilmesi gerektiğini kendi ağzımla açıklarken görmelerini istiyorum.”
Avukat kabul etti ve Erol’u mallarıyla ne yapılmasını istediğini açıklarken videoya çekti.
Zaman geçti, Erol öldü ve çocuklar cenaze için köye geldiler. Ancak çocuklar gelir gelmez büyük tarlayı kimin alacağına dair tartışmaya başladılar. En büyük oğul Cem şöyle dedi:
“Babamın eşimin de yanında pek çok kez o tarlayı benim almamı istediğini söylediğini işittim.”
Karısı kocasının söylediklerini doğruladı. Kızlardan biri söz aldı:
“Babamın bir vasiyetname hazırladığını biliyorum. O vasiyet- nameyi bulmamız gerekiyor. Babam büyük tarlanın Cem’e verilmesi hakkında hiçbir zaman bir şey söylemedi.”
Cenazeden sonra vasiyetname avukatın bürosunda bulundu. Belediye tarafından resmi olarak kayıt altına alınmış olmasına rağmen, Cem konuyu mahkemeye taşıdı. Diğer çocukların babasını vasiyetini değiştirmeye zorladıklarını ve bunun geçerli olmadığını ısrarla söyledi. Cem hakime şöyle dedi:
“Babam büyük tarlayı benim almamı istedi. Ben en büyük oğluyum ve o bana ait. Kardeşlerim ben yokken onu zorlamış olmalılar.”
Tartışma, avukat Erol’un ne yapılmasını istediğini bildirdiği videoyu ortaya çıkarana dek devam etti. Hakim bunu izledi ve şöyle dedi:
“Elimde noter tarafından mühürlenmiş ve avukat tarafından tanık olunmuş yazılı bir vasiyetname var. Bunun zorlamayla yapıldığını ya da değiştirildiğini söylemek büyük saçmalık. İnanılır şey değil. Erol Bey’in ifadesini kendiniz de gördünüz. Başka bir kanıta ne ihtiyacımız var? Vasiyetname yazılı olduğu şekilde geçerlidir. Mallar satılacak ve net gelir Erol’un istediği şekilde çocuklar arasında eşit olarak paylaştırılacaktır. Dava kapanmıştır.”
Davadaki konu birkaç tanığın, yani noter ve avukatın ifadesine göre bağlandı. Ancak en etkili tanıklık Erol’un yapmış olduğu videoydu. Kendi tanıklığı onun istemediği bir şeye zorlandığına ya da birisinin vasiyetnamesini değiştirdiğine dair her türlü şüpheyi giderdi. Pek çok kişinin Kutsal Kitap’ın bazı unsurları hakkında kirleri ya da şüpheleri var. Bunlardan biri İsa’nın gerçekten ölüp ölmediği. Ancak bu konuda gerçekten şüpheye yer yok, zira İsa’nın kendisi
bu konuda birden fazla kez konuştu. O’nun ifadeleri Matta, Markos ve Luka’da kayıtlı olmasına rağmen, Markos 8. bölüm 31. ve 32. ayetleri okuyarak başlayalım:
31 İsa, İnsanoğlu’nun çok acı çekmesi, ileri gelenler, başkâhinler ve din bilginlerince reddedilmesi, öldürülmesi ve üç gün sonra dirilmesi gerektiğini onlara anlatmaya başladı. 32 Bunları açıkça söylüyordu.
İsa, hizmetinde bu ana kadar öğrencilerine acı çekeceğinden ve ölümünden söz etmemişti. İsa’nın Nikodim’e şu sözleri söylediğini hatırlarsınız:
“Musa çölde yılanı nasıl yukarı kaldırdıysa, İnsanoğlunun da öylece yukarı kaldırılması gerekir. Öyle ki, Ona iman eden herkes sonsuz yaşama kavuşsun.”67
Yüzlerce yıl önce, İsrailliler çölden geçerlerken onlara yılanlar saldırdı. Bu çıkmaz durumda Allah Musa’ya tahtadan bir direğin üzerine tunç bir yılan koyup bunu yukarı kaldırmasını emretti. Buna bakan kişi yaşayacaktı. Aynı şekilde, bakmayanlar da öldüler. İsa Nikodim’e Mesih’in, yani kendisinin de aynı şekilde kaldırılacağını söyledi. Kendi ölümünü ilk kez burada ima ediyordu. İyileşmek için İsa’ya bakanlar şifa bulacak, hatta sonsuz hayata kavuşacaklardı. Ancak öğrenciler bu konuşmayı işitmemişlerdi. Onlar halen İsa’nın yeryüzünde güçlü bir krallık kurmasını ve kudretli bir kral olarak hüküm sürmesini bekliyorlardı.
İsa öğrencilerine kendisinin acı çekeceğini ve öleceğini söylediğinde Petrus bunu kabul etmek istemedi. Sevgili öğretmenini zarardan korumak istedi. Matta 16. bölüm, 22. ve 23. ayetlerde Petrus’un sözlerini ve İsa’nın verdiği karşılığı okuyalım:
22 Bunun üzerine Petrus O’nu bir kenara çekip azarlamaya başladı. “Tanrı korusun, ya Rab! Senin başına asla böyle bir şey gelmeyecek!” dedi. 23 Ama İsa Petrus’a dönüp, “Çekil önümden, Şeytan!” dedi, “Bana engel oluyorsun. Düşüncelerin Tanrı’ya değil, insana özgüdür.”
Petrus’un sözleri İsa’nın kurmaya geldiği krallığa uygun değildi. İsa fedakârlık temeline dayalı bir krallık kurmaya gelmişti, bu da ancak O’nun bizzat acı çekmesi yoluyla gerçekleştirilebilirdi.
Şeytan çölde İsa’yı baştan çıkarıcı sözlerle bu görevden yıldırmak istedi. İsa’yı bu krallığı kendini alçaltmadan ve acı çekmeden kurabileceğine ikna etmeye çalıştı. Şeytan İsa’ya bu dünyanın tüm krallıklarını vermeyi dahi teklif etti. Ancak bir bityeniği vardı. İsa’nın onun önünde eğilerek ona tapınması gerekiyordu. Tabii ki İsa reddetti.
Bir kez daha İsa, Şeytan’ın Allah’ın tasarısını engelleme girişimini gördü. Ancak Şeytan bu kez daha kurnazdı, Petrus’un duygularından yararlanarak ve onu yüksek sesle konuşmaya ayartarak onun aracılığıyla çalışıyordu. İsa’nın verdiği karşılık Petrus’tan çok onu konuşmaya kışkırtan Şeytan’a yönelikti. Petrus’un aklı dünyevi yücelikteydi, dolayısıyla Şeytan’ın telkinlerinden kolaylıkla etkileniyordu. Öyküyü Markos 8. bölüm, 34–38 ayetlerinde okumaya devam edelim:
34 Öğrencileriyle birlikte halkı da yanına çağırıp şöyle konuştu: “Ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin. 35 Canını kurtarmak isteyen onu yitirecek, canını benim ve Müjde’nin uğruna yitiren ise onu kurtaracaktır. 36 İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur? 37 İnsan kendi canına karşılık ne verebilir? 38 Bu vefasız ve günahkâr kuşağın ortasında, kim benden ve benim sözlerimden utanırsa, İnsanoğlu da, Babası’nın görkemi içinde kutsal meleklerle birlikte geldiğinde o kişiden utanacaktır.”
İsa çarmıh mecazını kullanarak O’nun uğruna kendi canınızı yitirmenizden söz etti. Çarmıh Roma’nın gücünün bir simgesiydi. İnsanın düşünebileceği en zalim ve aşağılayıcı ölüm şekliydi. Suçlulardan kendi çarmıhlarını infaz yerine kadar taşımaları isteniyordu. Çarmıhın kollarına bağlandıktan ya da çivilendikten sonra yukarı kaldırılıyorlardı, kimi zaman günlerce asılı kalarak yavaşça ölüyorlardı. Bu yüzden çarmıh mahkûmun omuzlarına konulurken, hüküm giyenler çoğunlukla çaresizlikle karışık bir şiddetle karşı koyuyorlardı.
Ancak İsa farklı bir resim çizdi. Öğrencilere kendisini izlemeyi gerçekten istiyorlarsa çarmıhı gönüllü olarak yüklenerek taşımaları gerektiğini söyledi. Onları kendi uğruna aşağılanacakları bir yaşama, hatta gerekirse ölüme çağırıyordu. Öğrencilere kendini inkârın bundan daha mükemmel bir resmi gösterilemezdi.
Allah’ın krallığının temeli özverili sevgidir. Allah’ın tasarısında her şey karşılıklılık üzerinedir. Her şey verir ve alır. Ağaçlar bize oksijen verir ve bizim verdiğimiz karbondioksiti değerlendirirler. Sevgi verip güven ve saygı alırız. Ancak Şeytan Allah’ın muazzam evren düzenine meydan okudu. Almayı ve vermemeyi arzuladı. Bu dünya bu ilkenin, benliğin üstünlüğü ilkesinin uygulanışının sonuçlarıyla dolu. İnsanlar gazetelerde okudukları korkunç suçlara hayret ediyorlar.
“İnsanlar nasıl böyle gaddarca şeyler yapabiliyorlar?” diye soruyorlar.
Suçlar yalnızca insan kalbinde hüküm süren bencilliğin sonucudur. Allah tüm akıllı yaratıklara Şeytan’ın karakterinin tam aksi olan kendi karakterini göstermeye çalışıyor. Mesih ile Şeytan arasındaki büyük mücadelede şu soru ortaya çıkmıştır:
“Allah’ta fedakârlık var mı?”
İsa çarmıhta fedakâr sevgiyi tüm insanoğullarına örnekle gös- terecekti. Bunu nasıl yapacaktı? Öncelikle kendi günahı için ölmeyecekti, zira İsa günahsızdı. Yeşaya’nın Mesih’e ilişkin peygamberlik sözünü hatırlıyor musunuz? Şöyle diyordu:
“Bundan dolayı büyüklerle beraber ona pay vereceğim, ve çapul malını zorlularla beraber paylaşacak; çünkü canını ölüme döktü, ve günahkârlarla sayıldı; çoğunun suçunu da o taşıdı, ve günahkârlar için şefaat etti.”68
Hiçbir günahı olmayan Kişi başkalarının günahlarını yüklenecek ve onlar adına aracılık edecekti. Eğer fedakâr sevgi bu değilse, nedir? Sizce O bunu nerede yapacaktı? Doğru, çarmıhta!
Bazıları, “Öyleyse doğru kişiler için hiçbir ödül yok mu?” diye sorabilir. Gerçekten de var. Doğru kişiler dirilişi ve sonsuz hayatı beklerler. Ebedî krallığın nasıl olacağını tabii ki tam olarak anlayamayız, fakat hayal edebiliriz. O zamana kadar sabırla beklememiz gerekiyor. Şimdilik, krallığın ilkeleri oraya girecek olan herkesin kalplerinde yer etmelidir. Öğrenciler bunu anlamadılar ve ona karşı direndiler. Çarmıh İsa’nın önündeydi. O bunu biliyordu ve o yolda gidiyordu. Bu olay meydana geldiğinde öğrencilerinin imanlarını kaybetmelerini istemiyordu, çünkü bu tarifsiz bir hayal kırıklığı olacaktı.
Öğrenciler kutsal yazıları bilselerdi bu şeyleri anlarlardı. Fakat din önderlerinin sahte öğretileriyle gözleri kör edilmişti. Bu bize bir ders olsun. Bir kimsenin öğretmen olması kutsal yazıları doğru yorumladığı anlamına gelmez. Bir kimsenin, geleneksel olsun modern olsun, bir kir sahibi olması bu fikrin doğru olduğu anlamına gelmez. Kutsal yazıları kendimiz için bilmeliyiz. Büyük yargıda herkes kendisi için hesap verecek.
“Öğretmenlerimiz bize yasayı tutmak zorunda olmadığımızı söylediler” diyerek Allah’ın yasasını bozmanıza mazeret gösteremeyeceksiniz. Her koyun kendi bacağından asılır!
Kutsal Kitap’ın ilk bölümlerinde günahın karşılığının ödenmesi gerektiğini görüyoruz. Bu, tüm Kutsal Kitap’ın dayandığı temel gerçektir. Adem ile Havva günah işlemeden önce Allah onları itaatsizliğin cezasına ilişkin uyardı:
“Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”69
Günah ölüm cezasını getirir. Fakat ilginç bir şekilde, Adem ile Havva günah işleyerek ölümü hak ettiklerinde, bir de umut vaadi verildi Allah, kadının (Havva’nın) soyunun Şeytan’ın başını ezeceğini söyledi. Aynı ayete dikkatli bakarsanız, Şeytan’ın kadının soyunun topuğunu yaralayacağının da yazılı olduğunu görürsünüz.70 Başka bir deyişle, Kurtarıcı’nın zaferi kendisinin acı çekmesi pahasına olacaktı.
Habil Allah’a kurban sundu, İbrahim ve diğer atalar da. İsraillilere verilen ibadet sistemi bütünüyle kurbanlar üzerine kuruluydu. Bu kurbanlar günahla ölüm arasında doğrudan bağlantı kuruyordu. Günahın cezasının ölüm olduğunu ve ödenmesi gerektiğini öğretiyorlardı. Ancak kim bunu ödeyebilir ve tekrar yaşayabilirdi? Ancak kendisi günahsız olan ve ödemesi gereken borcu olmayan birisi. Ancak bu şekilde hayata geri döndürülebilirdi. Kutsal yazılar her zaman ölümü yenerek hayata geri dönecek olan bir arabulucuya, kurtarıcıya ve kurbana işaret etmişlerdir.
Moriya Dağı’nda Allah İbrahim’i durdurarak kendi oğlunu kurban etmesini önledi. İbrahim oğluna şöyle demişti:
“Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak.”71
Allah bir bedel sağladı da. Çalılara bir koç takılmıştı. Vaftizci Yahya İsa’nın geldiğini gördüğünde şöyle dedi:
“İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!”72
Evet, İsa kurbanlık kuzu olacaktı. Tüm bu kurbanların işaret ettiği Kişi O’ydu. Yasanın gerekliliklerini yerine getirebilecek olan tek günahsız kişi O’ydu. Daniel peygamberin Mesih hakkında söylediğini hatırlıyor musunuz? Şöyle demişti:
“Ve bu altmış iki haftadan sonra mesholunan kesilip atılacak, ve bir şeyi olmıyacak.”73
Evet, Kutsal Kitap Mesih’in “kesilip atılacağını” söylüyor. Aynı sözcükler Yeşaya 53. bölüm, 8–10 ayetlerinde Mesih’i tanımlamak için kullanılmıştı:
8 Acımasızca yargılanıp ölüme götürüldü. Halkımın isyanı ve hak ettiği ceza yüzünden yaşayanlar diyarından atıldı. Onun kuşağından bunu düşünen oldu mu? 9 Şiddete başvurmadığı, ağzından hileli söz çıkmadığı halde, ona kötülerin yanında bir mezar verildi, ama öldüğünde zenginin yanındaydı. 10 Ne var ki, RAB onun ezilmesini uygun gördü, acı çekmesini istedi. Canını suç sunusu olarak sunarsa soyundan gelenleri görecek ve günleri uzayacak. RAB’bin istemi onun aracılığıyla gerçekleşecek.
Eski Antlaşma’da bir kurtarıcının geleceğine ve işlediğimiz günahlar için acı çekeceğine ve öleceğine ilişkin öngörüler okuyoruz. O yaşayanlar diyarından kesilip alınacaktı ve ölümünde mezarını zenginle birlikte yapacaklardı. Bundan daha açık ne olabilir? Mesih, kendi canını günah sunusu olarak sunacaktı.
Tıpkı Erol’un çocuklarının avukat ve noterin tanıdıklarından şüphelenmek istedikleri gibi, bazı insanlar pek çok şahidin tanıklıklarından şüphelenmeyi tercih ederler. İnsanlar kutsal yazıların değiştirildiğini düşünüyorlar. Peygamberlerin yazı- larının bildiğimiz en az üç dilde, İbranice, Aramice ve Yunanca olarak binlerce nüshası mevcutken, bir kimse nasıl bunlarda değişiklik yapabilir? Bu nüshalar Hindistan’dan Kuzey Afrika’ya ve İrlanda’ya kadar yayılmıştı. Bunların tümü İsa’nın öleceği ve dirileceği konusunda %100 hem kirdir. Bir kişi kendisindeki kutsal yazı nüshasını değiştirip, o yazının nüshalarını elinde bulunduran herkesi kirlerini kabul ederek kendi belgelerini de değiştirmeye ikna edebilir miydi? Üstelik, İsa’nın ölümüne şahit olan herkesin görgü tanıklığı anlattıklarını da değiştirmeleri gerekecekti. Erol’un
miras davasına bakan hakimin, vasiyetnamesinin değiştirilmesiyle ilgili olarak dediği gibi:
“Bu büyük saçmalık. İnanılır şey değil.”
Kutsal yazıların tüm bu nüshalarının birkaç kişinin doktrinsel kirlerine uyacak şekilde değiştirilmiş olması ve bu kişilerin herkesi aldatarak asıl nüshaların kendilerininkiler olduğuna kandırabilmesi de inanılır değil. Kısacası bu mümkün değil. Öykümüzdeki çocuklar şahitlerin doğruluğundan şüphe ettiklerinde, yargıç Erol’un kendisinin konuşmasına izin verdi. Onun tanıklığından sonra hiçbir şüphe kalmadı. İsa öğrencilerine açıkça söyledi,
“İnsanoğlu, insanların eline teslim edilecek ve öldürülecek, ama öldürüldükten üç gün sonra dirilecek.”74
Bundan daha açık konuşabilir miydi? İsa kendisinin öldürülmüş gibi görüneceğini söylemedi. O, kendisinin öldürüleceğini söyledi. Bunu bizzat kendisi söyledi. Başka şahitlere ne ihtiyacımız var?
Dilara 17 yaşındaydı, çok başarılı bir öğrenciydi ve hayvanları seviyordu. Üniversiteye gideceği zaman babası Necat kızının her tür kötülükten korunması ve başarılı olması için kurban kesmek istedi.
Dilara’nın babası hayvanı eve getirdi ve bahçede çite bağladı. Dilara koyuna baktığında, onun öldürüleceği düşüncesi kalbini sızlattı. Hayatı boyunca kurban kesilirken öldürme sahnesinden epey uzakta durmaya çalışmıştı. Fakat bu kez orada olması gerekiyordu.
Vakit geldi ve Dilara’nın amcasının bir ağıl, bir gider ve su hortumu ile hazırlanmış evine gittiler.
Dilara, “Babacım, neden onu öldürmek yerine birine hediye etmiyoruz?” diye sordu.
Babası hayretle ona baktı.
“Dilara, hayvanı öldürmeden nasıl kurban olur? Kurbanın tüm amacı budur. Hayvanı öldürmektir.”
Dilara üzgün gözlerle babasına baktı. Necat şöyle dedi:
“Nişan olmadan evlilik olur mu? Sünnet yapılmayan sünnet düğünü olur mu?”
Günahın cezası ödenmeden kurtuluş olur mu? Kurban olmadan kurtarıcı olur mu? İsa’nın tüm amacı gelmesi ve ölmesiydi. Aksi halde daha önce verilen tüm kurbanların anlamını ve öngörümünü boşa çıkarır. İsa’nın öldüğünü bilebiliriz, çünkü Eski Antlaşma peygamberleri bunu önceden bildirdiler. Sonra İsa’nın kendisi bunun meydana geleceğini söyledi. Bu önemli mi? Eğer İsa o çarmıh üzerinde ölmediyse günahın cezası ödenmemiştir ve her insan kendi doğal kaderine katlanarak kendi günahının cezasını ödemelidir, bu da dirilişi olmayan ölümdür. Fakat harika bir haber var. İsa kendisinin öleceğini söylemekle kalmadı. O, ölümden dirileceğini de söyledi. O, ölümü ve mezarı yenecekti, öyle ki biz öldüğümüzde diriliş olabilsin. Bundan daha iyi haber ne olabilir?
Tartışma Soruları
1. Erol neden avukata giderek yazılı ve yasal bir vasiyetname hazırlattı? Neden çocuklarına istediklerini söylemekle
yetinerek meseleyi onlara bırakmadı?
2. Erol’un en büyük oğlu vasiyetnamenin geçerliliğini neden inkâr etti?
3. Sizce bir kimse neden İsa’nın çarmıhta öldüğüne dair tanıklıkları reddetmek isteyebilir?
4. İsa canını kurtarmak isteyenlerin onu kaybedeceğini söylerken, sizce ne demek istedi?
5. Siz İsa uğruna canınızı yitirmeye hazır mısınız?
67 Bkz. Yuhanna 3:14–15.
68 Bkz. Yeşaya 53:12 (KM).
69 Bkz. Yaratılış 2:17.
70 Bkz. Yaratılış 3:15.
71 Bkz. Yaratılış 22:8.
72 Bkz. Yuhanna 1:29.
73 Bkz. Daniel 9:26 (KM).
74 Bkz. Markos 9:31.