İnsanlar binlerce yıldır ölüme hayretle karışık bir ilgi göstermişlerdir. Tabii ki meraklarının en büyük nedeni bunu tecrübe etmek istememeleridir. Tanıdığımız herkese soracak olsak, herhalde ölümün tahmin edilemez olduğu için en büyük korkuları olduğunu söylerlerdi. Her sabah uyandığımızda neler olup biteceğine dair iyi bir fikrimiz olur. İşe veya okula gider, ya da çeşitli nedenlerle evde otururuz. Faturaları öder, dostlarla konuşur ve yemek yeriz. Kısacası, bir önceki gün yaptığımız şeylerin aynını yaparız. Hayatta iyi zamanlar ve kötü zamanlar vardır, fakat hayattayız ve işlerin iyiye gideceğine dair her zaman umut var.
Fakat ölüme dair pek çok belirsizlik var. Öldüğümüzde nasıl bir şey olacak? Yeniden yaşayacak mıyız? Öyle ise, nasıl, ne zaman ve nerede? Doğru bir hayat yaşamadıysak sonsuza dek yanacak mıyız? Cennete gidersek, orası gerçekten nasıl bir yer olacak? Zamanımız olsaydı herhalde ölüme ilişkin sorularla koca bir kitap doldurabilirdik. Tüm sorulara yanıt veremesek de, en temel sorulardan bazılarına yalnızca Allah’ın Kutsal Sözü’nü açarak yanıt verebiliriz.
Fakat pek çok kişi Kutsal Kitap’a bakmak istemez. Sonsuza dek yaşamanın ya da kaçınılmaz olandan kaçmanın yollarını boş yere aramaya devam eder. En yeni moda, en azından süper zenginler arasında, kriyojenik olarak dondurulma. Temel olarak, vücut donmuş bir durumda, bilim adamları onları hayata geri getirip yaşlanma sürecini tersine çevirecek teknolojiyi geliştirinceye kadar korunuyor. Pek çoğumuz için bu yalnızca imkânsız değil, aynı zamanda gülünç de. Ancak bazı insanların korkudan yapabilecekleri şeyler hayret verici.
Öyleyse imanlı ölümle ilgili olarak ne yapar? Doğrusu, biz Allah’ın vaat ettiğini gerçekleştireceğinin kutlu umuduna sarılırız! Ne yazık ki pek çok kişi için hiçbir umut yok. Bunu düşünmemenin ve hakkında konuşmamanın daha iyi olduğunu sanıyorlar. Ölüm neyse odur, kontrolümüz dışında ve kaçınılmaz. Ya da belki değildir!
Doğudaki Adıyaman kentinde, bir koca, dört çocuk, bir kız kardeş ve iki erkek kardeş kapının yanında bir araya toplanmışlar, yüzlerinden yaşlar akıyordu. Birbirlerine sarılıyorlardı, fakat kimse tek sözcük etmiyordu. Tabut cenaze arabasına konurken inanmayan gözlerle bakıyorlardı. Bu kederli günde, aile çok sevdikleri kadına saygı göstermek ve anmak için bir araya gelmişti. Kadının adı Banu’ydu.
Özel dualar, paylaşılan hatıralar ve yiyecek–içecekler bu korkunç olayın acısını bir nebze azaltmıştı. Ancak üzüntüyü giderebilecek veya gözyaşlarını silebilecek hiçbir şey yoktu. Hepsi çok yakın bir arkadaşı, anneyi, kız kardeşi ve eşi kaybetmişti. Tabii ki hepsi onun iyiliğinden söz etti ve birbirlerini yeniden göreceklerine dair küçücük bir umuda sahiptiler. Fakat derinlerde, hepsinin şüpheleri vardı. Banu’nun karakteri yüzünden değil, fakat hayatta veya ölümde hiçbir şeyin kesin olmamasından.
Banu’ya kanser teşhisi konduğunda, herkes sarsılmıştı. Bekledikleri bir şey değildi. Birkaç doktora gittiler, tedavi hakkında farklı görüşler aldılar ve hastanede ona destek olarak sayısız saat geçirdiler. Zayı adıkça onun için dua ettiler, hatta Allah’ın onun hayatını bağışlaması için çeşitli türbeleri ziyaret ettiler. Fakat O bunu yapmadı. Bu, tümünün kabullenmek zorunda kaldıkları üzücü bir gerçekti. Onsuz hayat zor olacaktı, fakat yapacakları hiçbir şey kalmamıştı. Yaslılardan birinin dediği gibi:
“Bu neyse o. Kader! Bu Allah’ın iradesiyse, kabul etmemiz gerek!”
Fakat belki de Banu’nun ölümü Allah’ın iradesi değildi. Belki de sevdiklerimiz öldüğünde üzülmek ya da şüphe etmek için gerçekten bir neden yoktur. Belki, yalnızca, bir gün birbirimizi göreceğimiz güvencesine sahip olabiliriz. Bir düşünün. Allah her şeyi hiçlikten yarattıysa ve cansız olan şeyi hayata getirdiyse, bir zamanlar yaşamış olan bir şeyi neden hayata döndüremesin? Gerçekten Allah’ın kendisine hizmet edenleri umursamadığını mı düşünüyorsunuz? İsa’nın bir keresinde şöyle dediğini hatırlayın:
“Tanrı için her şey mümkündür.”15
Her şeyin içine muhakkak bağışlayıcılık, yeniden yaratma, iyileştirme, hatta diriliş de girmelidir! Yuhanna 11. bölümde, İsa’nın ölüm ve diriliş hakkında ne söylediğini görelim. Bölümün başından, 1–4 ayetleri ile başlayacağız.
1 Meryem ile kızkardeşi Marta’nın köyü olan Beytanya’dan Lazar adında bir adam hastalanmıştı. 2 Meryem, Rab’be güzel kokulu yağ sürüp saçlarıyla O’nun ayaklarını silen kadındı. Hasta Lazar ise Meryem’in kardeşiydi. 3 İki kızkardeş İsa’ya, “Rab, sevdiğin kişi hasta” diye haber gönderdiler. 4 İsa bunu işitince, “Bu hastalık ölümle sonuçlanmayacak; Tanrı’nın yüceliğine, Tanrı Oğlu’nun yüceltilmesine hizmet edecek” dedi.
Lazar, Meryem ve Marta, İsa’nın yakın arkadaşları ve öğrencileriydi. İsa bu bölgede bulunduğunda çoğunlukla onların evinde kalır, birlikte yemek yer ve yolculuklarından dinlenirdi. Bu nedenle Lazar hastalandığında Meryem ile Marta’nın İsa’ya gelmesi için haber göndermeleri gayet doğaldı. Fakat O’nu yalnızca dostları olduğu için çağırmadılar. O’nun kim olduğunu biliyor ve O’nun hastalık üzerindeki gücüne inanıyorlardı. 5. ve 6. ayetlerde İsa’nın nasıl yanıt verdiğine görelim:
5 İsa Marta’yı, onun kızkardeşini ve Lazar’ı severdi. 6 Bu nedenle, Lazar’ın hasta olduğunu duyunca bulunduğu yerde iki gün daha kal[dı].
İsa’nın tepkisi çoğumuza biraz tuhaf gelebilir. Neden hemen Lazar’ın yanına gitmedi? Ne de olsa İsa’ya son üç yıldır sayısız defalar evini açmış, yemek sağlamış ve oda vermişti. İsa nasıl böyle kayıtsız davranabilirdi? Lazar’ın iyi olacağını nasıl bilebilirdi? Lazar’ın hastalığı “Tanrı’nın yüceliğine hizmet edecek” sözleriyle ne demek istemişti? Hastalık Allah’ı nasıl yüceltebilirdi? 7–10 ayetlerini okuyarak devam edelim:
7 ... sonra öğrencilere, “Yahudiye’ye dönelim” dedi. 8 Öğrenciler, “Rabbî” dediler, “Yahudi yetkililer demin seni taşlamaya kal- kıştılar. Yine oraya mı gidiyorsun?” 9 İsa şu karşılığı verdi: “Günün on iki saati yok mu? Gündüz yürüyen sendelemez. Çünkü bu dünyanın ışığını görür. 10 Oysa gece yürüyen sendeler. Çünkü kendisinde ışık yoktur.”
İsa, Lazar’ın durumunu duyduktan sonra iki gün bekledi. O iki günde neler yaptıklarını bilmiyoruz, fakat öğrencilerin Yahudiye’ye dönmek istemediklerini biliyoruz. İsa’yı tehdit edenlerin ciddi olduklarını biliyorlardı. Din önderleri ve onların izleyicileri öfke ve kıskançlıktan kör olmuşlardı, üstelik kafaları İsa’nın kim olduğuna ve söylediklerine dair son derece karışıktı. Öğrenciler İsa’nın Yahudiye’ye dönmesi halinde bunun muhtemelen hepsinin ölümüne neden olacağından emindiler. Fakat İsa korkmuyordu! Hatta, O’nun sözleri hem bir hatırlatma, hem de azardı.
Esasen İsa, henüz gün aydınlıkken çalışmamız gerektiğini söylüyordu. Çalışmak için bir fırsat ya da yapılması gereken işler varsa, Allah’ın kılavuzluğu altında ilerlemeliyiz. Ne olabileceğine dair endişe edemeyiz. İsa Allah’a güveniyordu ve öğrencilere Allah’ın kendisine bir görev ve bunu yerine getirmesi için bir süre verdiğini hatırlatıyordu. Şimdi 11–15 ayetlerini okuyalım:
11 Bu sözleri söyledikten sonra, “Dostumuz Lazar uyudu” diye ekledi, “Onu uyandırmaya gidiyorum.” 12 Öğrenciler, “Ya Rab” dediler, “Uyuduysa iyileşecektir.” 13 İsa Lazar’ın ölümünden söz ediyordu, ama onlar olağan uykudan söz ettiğini sanmışlardı. 14 Bunun üzerine İsa açıkça, “Lazar öldü” dedi. 15 “İman edesiniz diye, orada bulunmadığıma sizin için seviniyorum. Şimdi onun yanına gidelim.”
İsa’nın sevgili dostu Lazar ölmüştü. Kız kardeşleri hastalığının ilahî müdahale olmazsa ölümle sonuçlanacağını biliyorlardı. İşte bu nedenle hemen İsa’ya haber göndermişlerdi. O’nun fırtınayı dindirdiğini, cinleri kovduğunu ve körlerle kötürümleri iyileştirdiğini biliyorlardı. Lazar’ı da iyileştireceğinden emindiler. Fakat öyle olmadı. Meryem ile Marta kardeşlerini kaybettiler.
Ne var ki, İsa Lazar’ın ölümünü kayıp olarak görmüyordu. O, bunu Allah’ın yüceltilmesi ve insanların kendisinin aylardır onlara anlattıklarına inanmaları ve kendi kimliğinin tam olarak anlaşılması için bir fırsat olarak gördü. O zamana kadar birçok kişi Nasıralı bu marangoz hakkında ne düşüneceklerini hâlâ bilmiyorlardı. O’nun iyi bir öğretmen, hahamlar kadar bilgili bir kişi ve büyük ihtimalle bir peygamber olduğunu biliyorlardı. Fakat İsa’nın kendisinin kim olduğuna ilişkin iddialarına inanmak biraz zordu. Bu nedenle İsa onların tüm şüphelerini ortadan kaldıracak bir şey yapmak üzereydi. O, ölü bir adamın kaderini değiştirerek insanın varlığını temelinden sarsmak üzereydi.
İsa’nın ölümü uyku olarak tanımladığı ve Lazar’ı uyandıracak olduğu dikkatinizi çekti mi? Yuhanna 11. bölüm, 17–27 ayetlerinde bununla ne demek istediğini görelim:
17 İsa Beytanya’ya yaklaşınca Lazar’ın dört gündür mezarda olduğunu öğrendi. 18 Beytanya, Yeruşalim’e [yaklaşık üç kilometre] uzaklıktaydı. 19 Birçok Yahudi, kardeşlerini yitiren Marta’yla Meryem’i avutmaya gelmişti. 20 Marta İsa’nın geldiğini duyunca O’nu karşılamaya çıktı, Meryem ise evde kaldı. 21 Marta İsa’ya, “Ya Rab” dedi, “Burada olsaydın, kardeşim ölmezdi. 22 Şimdi bile, Tanrı’dan ne dilersen Tanrı’nın onu sana vereceğini biliyorum.”
İsa nihayet Beytanya’ya vardığında Lazar dört gündür ölüydü. Lazar’ın ölüm döşeğinde, hatta komada olmasına dahi imkân yoktu. Ölmüş ve Yahudi geleneğine göre gömülmüştü. Ölümünden hemen sonra yıkanmış, kefenlenmiş ve taşa oyulmuş bir mezara konulmuştu.
Fakat onun ölümüne rağmen, Marta’nın imanına ilişkin etkileyici bir işaret alıyoruz. O İsa’ya kızgın değildi ve şikâyet etmedi. Yalnızca gerçeği dile getirdi. İsa orada olmuş olsaydı, kardeşi ölmeyecekti. Fakat ifadesinde daha da büyük bir şey var. İsa’nın Allah’la bağlantısının, Allah’ın O’na istediği her şeyi verecek kadar yakın olduğuna inanıyordu. Keşke hepimiz Marta’nın imanına sahip olsak! İsa’nın verdiği karşılığı Yuhanna 11. bölüm, 23. ve 24. ayetlerde görelim:
23 İsa, “Kardeşin dirilecektir” dedi. 24 Marta, “Son gün, diriliş günü onun dirileceğini biliyorum” dedi.
İsa’nın sözleri sevdiği birini kaybeden herkesi teselli etmelidir. O, Lazar’ın muhtemelen yeniden dirileceğini, hatta belki dirileceğini söylemedi. O, Lazar’ın yeniden dirileceğine söz verdi. Başka bir deyişle, Lazar’ın kurtuluşu, diğer tüm imanlıların olduğu gibi, güvencede ve değiştirilemezdi. O, bu dünyanın sonunda ölümden diriltilecekler arasında yer alacaktı. Marta’nın ifadesinden, buna inandığı açıkça anlaşılıyor. Fakat İsa, 25–27 ayetlerinde kayıtlı olan şu ifadelerde, onun imanını daha da denedi:
25 İsa ona, “Diriliş ve yaşam Ben’im” dedi. “Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. 26 Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek. Buna iman ediyor musun?” 27 Marta, “Evet, ya Rab” dedi. Senin, dünyaya gelecek olan Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman ettim.”
İsa’nın ifadesi sizi sarstı mı? İsa dirilişin ne zaman, nasıl ya da neden meydana geleceğini ayrıntılı bir şekilde anlatmadı. Hatta diriliş öncesinde meydana gelecek olayları bile açıklamadı. Ancak göz ardı edilemeyecek ve ha fe alınamayacak başka bir derin açıklama yaptı.
İsa esasen ne şimdi, ne gelecekte kendisi olmadan hayat olmayacağını söyledi. Diriliş O’dur! Tüm insanlığın en büyük kaderi olan ölümü geri çevirebilecek olan kişi O’dur. Ölmekten korkuyorsanız, yeniden yaşamak istiyorsanız, İsa şöyle diyor:
“Bana inan, ben de seni ölümden dirilteceğim.”
İlginç bir şekilde Marta, İsa’nın ifadesinden ötürü şaşkınlığa uğramış gibi görünmüyordu. O zamana kadar sayısız mucizeye tanıklık etmişti, gelecek olan Mesih’e ilişkin peygamberlik sözlerini biliyordu, O’nun öğretişini duymuştu ve ailesine gösterdiği gerçek sevgiyi tecrübe etmişti. Marta, İsa’nın söylediğinin gerçek olduğundan şüphe etmiyordu. Hemen eve koşarak kız kardeşine İsa’nın geldiğini söyledi. Meryem, İsa’nın geldiğini duyduğunda evden çıkarak O’nunla görüşmeye gitti.
Bundan sonra neler olduğunu görmek için Yuhanna 11. bölüm, 32. ve 33. ayetlere bakalım:
32 Meryem İsa’nın bulunduğu yere vardı. O’nu görünce ayaklarına kapanarak, “Ya Rab” dedi, “Burada olsaydın, kardeşim ölmezdi.” 33 Meryem’in ve onunla gelen Yahudiler’in ağladığını gören İsa’nın ruhunu hüzün kapladı, yüreği sızladı.
Anlaşılan Meryem, İsa’ya kız kardeşi Marta’nın beslediği saygının aynını besliyordu. İsa’nın hastalık üzerindeki gücüne de aynı şekilde inandığını ifade etti. İsa’nın hastalıklardan ötürü Allah’ı hiçbir zaman suçlamadığı dikkatinizi çekti mi? Hatta sürekli olarak bunun tam tersini görüyoruz. İsa her zaman hastaları iyileştiriyor ve hastalığın etkilerini tersine çeviriyor. Bu, hastalığın ve hatta ölümün Allah’ın isteği olmadığına dair başka bir kanıttır. Belki İsa bazı insanların Lazar’ın ölümünün Allah’ın isteği olduğuna inandıklarını gördü ve bu yüzden “ruhunu hüzün kapladı, yüreği sızladı.”
Ancak sıkıntılı olmasının başka bir nedeni de olabilir. Hatırlarsanız, İsa öğrencilerine birçok kez sonunda öldürüleceğini söylemişti. O toplulukta O’nu gerçekten öldürmek isteyenler bulunmuş olabilir mi? Onların kalplerindeki ikiyüzlülüğü mü gördü? Yüzlerinden okuyabiliyor muydu?
İsa daha fazla vakit kaybetmeden Meryem’e Lazar’ın nerede gömüldüğünü sordu. 34–37 ayetleriyle devam edelim:
34 “Onu nereye koydunuz?” diye sordu. O’na, “Ya Rab, gel gör” dediler. 35 İsa ağladı. 36 Yahudiler, “Bakın, onu ne kadar seviyormuş!” dediler. 37 Ama içlerinden bazıları, “Körün gözlerini açan bu kişi, Lazar’ın ölümünü de önleyemez miydi?” dediler.
İsa ağladı! Uzun zamandan beridir beklenen Mesih, gözyaşı döktü. Bu ayetlerde hayret verici bir şekilde İsa’nın insan yanını görüyoruz. Tıpkı bizim gibi O da mutluluk, üzüntü, acı ve keder duydu.
Fakat kalabalık içinde O’nun kederinin içtenliğini alaya alan kişiler vardı.
“En yakın arkadaşlarından birini neden iyileştiremedi? Yalnızca yabancıları mı iyileştiriyor?”
Yüzlerindeki ifadeleri hayal etmek için fazla zorlanmamız gerekmez. Muhtemelen kısık gözlerle ve çatık kaşlarla surat asıyorlardı. Sesleri alaycılık ve sahte suçlamalarla doluydu. Fakat iddiaları, sevilen birinin ölümünün Allah’ın isteği olduğunu söyleyen bir kimsenin iddiası kadar geçersizdi. İsa Lazar’ı seviyordu ve onun için ikinci büyük sevgi eylemini gerçekleştirmek üzereydi. Bu öykünün doruk noktası için hazır mısınız? 38–40 ayetlerini okuyalım:
38 İsa yine derinden hüzünlenerek mezara vardı. Mezar bir mağaraydı, girişinde de bir taş duruyordu. 39 İsa, “Taşı çekin!” dedi. Ölenin kızkardeşi Marta, “Rab, o artık kokmuştur, öleli dört gün oldu” dedi. 40 İsa ona, “Ben sana, ‘İman edersen Tanrı’nın yüceliğini göreceksin’ demedim mi?” dedi.
Marta’nın endişesini anlamak zor değil. Oradaki herkes Lazar’ın ölü olduğunu biliyordu. Dört günden beri mezardaydı. Mezarın girişinden taşı çekselerdi çok kötü kokacaktı. Ayrıca, cesedin yanına giden herkes törensel olarak kirli sayılacaktı. İsa onlarla tartıştı mı? Kendisine neden itaat etmeleri gerektiğine dair nedenleri sıraladı mı? Hayır! Basit bir soru sordu.
“Ben sana, ‘İman edersen Tanrı’nın yüceliğini göreceksin’ demedim mi?”
Siz Allah’ın yüceliğini görmek istiyor musunuz? Kaderinizi değiştirebilecek olan kişiyle buluşmaya hazır mısınız? 41–44 ayetleriyle devam edelim:
41 Bunun üzerine taşı çektiler. İsa gözlerini gökyüzüne kaldırarak şöyle dedi: “Baba, beni işittiğin için sana şükrediyorum. 42 Beni her zaman işittiğini biliyordum. Ama bunu, çevrede duran halk için, beni senin gönderdiğine iman etsinler diye söyledim.” 43 Bunları söyledikten sonra yüksek sesle, “Lazar, dışarı çık!” diye bağırdı. 44 Ölü, elleri ayakları sargılarla bağlı, yüzü peşkirle sarılmış olarak dışarı çıktı. İsa oradakilere, “Onu çözün, bırakın gitsin” dedi.
İsa Lazar’ı adıyla çağırmış olmasaydı, tüm ölülerin hayata geri dönecekleri söylenmiştir. O’nun sesinde kudret vardı, bu kudret Allah’ın her şeyi sözüyle var ettiği, İbrahim’i Ur kentinden çıkması için çağırdığı ve Sina Dağı’nda yanan bir çalıdan Musa’yla konuştuğu zaman mevcut olan kudretti. Kaderi değiştiren, beden almış olan Allah’ın kendi Sözü’dür. Anlaşılamaz mı? Evet! İmkânsız mı? Hayır!
“Tanrı için her şey mümkündür.”16
Sizce halk nasıl tepki verdi? Sizce tümü hayrete düşüp mutlu mu oldu? Sizce korku içinde kaçtılar mı? Yuhanna 11. bölüm, 45–53 ayetlerini okuyarak dersimizi bitirelim:
45 O zaman, Meryem’e gelen ve İsa’nın yaptıklarını gören Yahudiler’in birçoğu İsa’ya iman etti. 46 Ama içlerinden bazıları Ferisiler’e giderek İsa’nın yaptıklarını onlara bildirdiler. 47 Bunun üzerine başkâhinler ve Ferisiler, Yüksek Kurul’u toplayıp dediler ki, “Ne yapacağız? Bu adam birçok doğaüstü belirti gerçekleştiriyor. 48 Böyle devam etmesine izin verirsek, herkes O’na iman edecek. Romalılar da gelip kutsal yerimizi ve ulusumuzu ortadan kaldıracaklar.” 49 İçlerinden biri, o yıl başkâhin olan Kayafa, “Hiçbir şey bilmiyorsunuz” dedi. 50 “Bütün ulus yok olacağına, halk uğruna bir tek adamın ölmesi sizin için daha uygun. Bunu anlamıyor musunuz?” 51–52 Bunu kendiliğinden söylemiyordu. O yılın başkâhini olarak İsa’nın, ulusun uğruna, ve yalnız ulusun uğruna değil, Tanrı’nın dağılmış çocuklarını toplayıp birleştirmek için de öleceğine ilişkin peygamberlikte bulunuyordu. 53 Böylece o günden itibaren İsa’yı öldürmek için düzen kurmaya başladılar.
Soğuk bir kış günü, genç bir anne yeni doğmuş bebeğiyle yatakta yatıyordu. Saçı taralı değildi ve makyajı yoktu. Fakat bebek için bunların hiçbirinin önemi yoktu. Onun sıcak dokunuşunu ve müşfik okşamasını hissedebiliyordu. Onun yumuşak sesini duyabiliyordu. Küçük gözleri annesi konuşurken dikkatle ona bakıyordu:
“Seni çok seviyorum. Seni her zaman seveceğim. Seni her zaman koruyacağım. Ne olursa olsun her zaman senin yanında olacağım. Eskiden kendim için yaşıyordum, fakat şimdi yalnızca senin için yaşıyorum. Gerekirse, senin için ölürüm bile.”
Bebek onun sesini tanıyordu, zira doğmadan önce dokuz ay boyunca bu sesi dinlemişti. Annesinin söylediği her şeyi anlamıyordu. Fakat önemi yoktu. Önemli olan annesinin kucağında kendini emniyette hissetmesiydi. Geleceğin nasıl olacağını bilmiyordu, fakat annesine güvenebileceğini biliyordu.
Bebek gibi, biz de gelecekte ne olacağını bilmiyoruz. Ancak tıpkı bu genç annenin sesi gibi, bizi çağıran bir ses var. Şöyle diyor:
“Gelecekten endişe etme. Ölümü sıkıntı yapma. Senin kaderinin anahtarlarını elimde tutuyorum. Ben ölümün zincirlerini kırarak seni hayata döndürebilirim. Bana inan, böylece ölsen bile yeniden yaşayacaksın. Diriliş ve yaşam benim!”
Bu ses insan bedeninde tezahür eden Allah’ın Sözü, kaderi değiştirendir; ve onun bir adı var: İsa Mesih. Öldüğünüzde O’nun sizi ölümden diriltebileceğine inanıyor musunuz? Öyle ise, kaderinizi O’nun ellerine teslim ederek ve O’nu izlemeyi seçerek kaderinizin kontrolünü elinize alın.
Tartışma Soruları
1. Ölüm hakkındaki kişisel kirleriniz nedir? Ondan korkuyor musunuz?
2. Allah’ın her şeyi denetim altında tuttuğunu biliyoruz. Bir kimse ölürse, bu O’nun isteği midir? Değilse, insanlar
neden ölür?
3. İsa’nın “diriliş ve yaşam” olma iddiası sizin için sarsıcı mı?
4. Bu dersimizde İsa’nın “kaderi değiştiren” olduğunu öğrendik. Bu gerçek ışığında, kendi kaderinizi ve bunun nasıl
değiştirilebileceğini anlamaya başladınız mı?
15 Bkz. Matta 19:26.
16 Bkz. Matta 19:26.
Fakat ölüme dair pek çok belirsizlik var. Öldüğümüzde nasıl bir şey olacak? Yeniden yaşayacak mıyız? Öyle ise, nasıl, ne zaman ve nerede? Doğru bir hayat yaşamadıysak sonsuza dek yanacak mıyız? Cennete gidersek, orası gerçekten nasıl bir yer olacak? Zamanımız olsaydı herhalde ölüme ilişkin sorularla koca bir kitap doldurabilirdik. Tüm sorulara yanıt veremesek de, en temel sorulardan bazılarına yalnızca Allah’ın Kutsal Sözü’nü açarak yanıt verebiliriz.
Fakat pek çok kişi Kutsal Kitap’a bakmak istemez. Sonsuza dek yaşamanın ya da kaçınılmaz olandan kaçmanın yollarını boş yere aramaya devam eder. En yeni moda, en azından süper zenginler arasında, kriyojenik olarak dondurulma. Temel olarak, vücut donmuş bir durumda, bilim adamları onları hayata geri getirip yaşlanma sürecini tersine çevirecek teknolojiyi geliştirinceye kadar korunuyor. Pek çoğumuz için bu yalnızca imkânsız değil, aynı zamanda gülünç de. Ancak bazı insanların korkudan yapabilecekleri şeyler hayret verici.
Öyleyse imanlı ölümle ilgili olarak ne yapar? Doğrusu, biz Allah’ın vaat ettiğini gerçekleştireceğinin kutlu umuduna sarılırız! Ne yazık ki pek çok kişi için hiçbir umut yok. Bunu düşünmemenin ve hakkında konuşmamanın daha iyi olduğunu sanıyorlar. Ölüm neyse odur, kontrolümüz dışında ve kaçınılmaz. Ya da belki değildir!
Doğudaki Adıyaman kentinde, bir koca, dört çocuk, bir kız kardeş ve iki erkek kardeş kapının yanında bir araya toplanmışlar, yüzlerinden yaşlar akıyordu. Birbirlerine sarılıyorlardı, fakat kimse tek sözcük etmiyordu. Tabut cenaze arabasına konurken inanmayan gözlerle bakıyorlardı. Bu kederli günde, aile çok sevdikleri kadına saygı göstermek ve anmak için bir araya gelmişti. Kadının adı Banu’ydu.
Özel dualar, paylaşılan hatıralar ve yiyecek–içecekler bu korkunç olayın acısını bir nebze azaltmıştı. Ancak üzüntüyü giderebilecek veya gözyaşlarını silebilecek hiçbir şey yoktu. Hepsi çok yakın bir arkadaşı, anneyi, kız kardeşi ve eşi kaybetmişti. Tabii ki hepsi onun iyiliğinden söz etti ve birbirlerini yeniden göreceklerine dair küçücük bir umuda sahiptiler. Fakat derinlerde, hepsinin şüpheleri vardı. Banu’nun karakteri yüzünden değil, fakat hayatta veya ölümde hiçbir şeyin kesin olmamasından.
Banu’ya kanser teşhisi konduğunda, herkes sarsılmıştı. Bekledikleri bir şey değildi. Birkaç doktora gittiler, tedavi hakkında farklı görüşler aldılar ve hastanede ona destek olarak sayısız saat geçirdiler. Zayı adıkça onun için dua ettiler, hatta Allah’ın onun hayatını bağışlaması için çeşitli türbeleri ziyaret ettiler. Fakat O bunu yapmadı. Bu, tümünün kabullenmek zorunda kaldıkları üzücü bir gerçekti. Onsuz hayat zor olacaktı, fakat yapacakları hiçbir şey kalmamıştı. Yaslılardan birinin dediği gibi:
“Bu neyse o. Kader! Bu Allah’ın iradesiyse, kabul etmemiz gerek!”
Fakat belki de Banu’nun ölümü Allah’ın iradesi değildi. Belki de sevdiklerimiz öldüğünde üzülmek ya da şüphe etmek için gerçekten bir neden yoktur. Belki, yalnızca, bir gün birbirimizi göreceğimiz güvencesine sahip olabiliriz. Bir düşünün. Allah her şeyi hiçlikten yarattıysa ve cansız olan şeyi hayata getirdiyse, bir zamanlar yaşamış olan bir şeyi neden hayata döndüremesin? Gerçekten Allah’ın kendisine hizmet edenleri umursamadığını mı düşünüyorsunuz? İsa’nın bir keresinde şöyle dediğini hatırlayın:
“Tanrı için her şey mümkündür.”15
Her şeyin içine muhakkak bağışlayıcılık, yeniden yaratma, iyileştirme, hatta diriliş de girmelidir! Yuhanna 11. bölümde, İsa’nın ölüm ve diriliş hakkında ne söylediğini görelim. Bölümün başından, 1–4 ayetleri ile başlayacağız.
1 Meryem ile kızkardeşi Marta’nın köyü olan Beytanya’dan Lazar adında bir adam hastalanmıştı. 2 Meryem, Rab’be güzel kokulu yağ sürüp saçlarıyla O’nun ayaklarını silen kadındı. Hasta Lazar ise Meryem’in kardeşiydi. 3 İki kızkardeş İsa’ya, “Rab, sevdiğin kişi hasta” diye haber gönderdiler. 4 İsa bunu işitince, “Bu hastalık ölümle sonuçlanmayacak; Tanrı’nın yüceliğine, Tanrı Oğlu’nun yüceltilmesine hizmet edecek” dedi.
Lazar, Meryem ve Marta, İsa’nın yakın arkadaşları ve öğrencileriydi. İsa bu bölgede bulunduğunda çoğunlukla onların evinde kalır, birlikte yemek yer ve yolculuklarından dinlenirdi. Bu nedenle Lazar hastalandığında Meryem ile Marta’nın İsa’ya gelmesi için haber göndermeleri gayet doğaldı. Fakat O’nu yalnızca dostları olduğu için çağırmadılar. O’nun kim olduğunu biliyor ve O’nun hastalık üzerindeki gücüne inanıyorlardı. 5. ve 6. ayetlerde İsa’nın nasıl yanıt verdiğine görelim:
5 İsa Marta’yı, onun kızkardeşini ve Lazar’ı severdi. 6 Bu nedenle, Lazar’ın hasta olduğunu duyunca bulunduğu yerde iki gün daha kal[dı].
İsa’nın tepkisi çoğumuza biraz tuhaf gelebilir. Neden hemen Lazar’ın yanına gitmedi? Ne de olsa İsa’ya son üç yıldır sayısız defalar evini açmış, yemek sağlamış ve oda vermişti. İsa nasıl böyle kayıtsız davranabilirdi? Lazar’ın iyi olacağını nasıl bilebilirdi? Lazar’ın hastalığı “Tanrı’nın yüceliğine hizmet edecek” sözleriyle ne demek istemişti? Hastalık Allah’ı nasıl yüceltebilirdi? 7–10 ayetlerini okuyarak devam edelim:
7 ... sonra öğrencilere, “Yahudiye’ye dönelim” dedi. 8 Öğrenciler, “Rabbî” dediler, “Yahudi yetkililer demin seni taşlamaya kal- kıştılar. Yine oraya mı gidiyorsun?” 9 İsa şu karşılığı verdi: “Günün on iki saati yok mu? Gündüz yürüyen sendelemez. Çünkü bu dünyanın ışığını görür. 10 Oysa gece yürüyen sendeler. Çünkü kendisinde ışık yoktur.”
İsa, Lazar’ın durumunu duyduktan sonra iki gün bekledi. O iki günde neler yaptıklarını bilmiyoruz, fakat öğrencilerin Yahudiye’ye dönmek istemediklerini biliyoruz. İsa’yı tehdit edenlerin ciddi olduklarını biliyorlardı. Din önderleri ve onların izleyicileri öfke ve kıskançlıktan kör olmuşlardı, üstelik kafaları İsa’nın kim olduğuna ve söylediklerine dair son derece karışıktı. Öğrenciler İsa’nın Yahudiye’ye dönmesi halinde bunun muhtemelen hepsinin ölümüne neden olacağından emindiler. Fakat İsa korkmuyordu! Hatta, O’nun sözleri hem bir hatırlatma, hem de azardı.
Esasen İsa, henüz gün aydınlıkken çalışmamız gerektiğini söylüyordu. Çalışmak için bir fırsat ya da yapılması gereken işler varsa, Allah’ın kılavuzluğu altında ilerlemeliyiz. Ne olabileceğine dair endişe edemeyiz. İsa Allah’a güveniyordu ve öğrencilere Allah’ın kendisine bir görev ve bunu yerine getirmesi için bir süre verdiğini hatırlatıyordu. Şimdi 11–15 ayetlerini okuyalım:
11 Bu sözleri söyledikten sonra, “Dostumuz Lazar uyudu” diye ekledi, “Onu uyandırmaya gidiyorum.” 12 Öğrenciler, “Ya Rab” dediler, “Uyuduysa iyileşecektir.” 13 İsa Lazar’ın ölümünden söz ediyordu, ama onlar olağan uykudan söz ettiğini sanmışlardı. 14 Bunun üzerine İsa açıkça, “Lazar öldü” dedi. 15 “İman edesiniz diye, orada bulunmadığıma sizin için seviniyorum. Şimdi onun yanına gidelim.”
İsa’nın sevgili dostu Lazar ölmüştü. Kız kardeşleri hastalığının ilahî müdahale olmazsa ölümle sonuçlanacağını biliyorlardı. İşte bu nedenle hemen İsa’ya haber göndermişlerdi. O’nun fırtınayı dindirdiğini, cinleri kovduğunu ve körlerle kötürümleri iyileştirdiğini biliyorlardı. Lazar’ı da iyileştireceğinden emindiler. Fakat öyle olmadı. Meryem ile Marta kardeşlerini kaybettiler.
Ne var ki, İsa Lazar’ın ölümünü kayıp olarak görmüyordu. O, bunu Allah’ın yüceltilmesi ve insanların kendisinin aylardır onlara anlattıklarına inanmaları ve kendi kimliğinin tam olarak anlaşılması için bir fırsat olarak gördü. O zamana kadar birçok kişi Nasıralı bu marangoz hakkında ne düşüneceklerini hâlâ bilmiyorlardı. O’nun iyi bir öğretmen, hahamlar kadar bilgili bir kişi ve büyük ihtimalle bir peygamber olduğunu biliyorlardı. Fakat İsa’nın kendisinin kim olduğuna ilişkin iddialarına inanmak biraz zordu. Bu nedenle İsa onların tüm şüphelerini ortadan kaldıracak bir şey yapmak üzereydi. O, ölü bir adamın kaderini değiştirerek insanın varlığını temelinden sarsmak üzereydi.
İsa’nın ölümü uyku olarak tanımladığı ve Lazar’ı uyandıracak olduğu dikkatinizi çekti mi? Yuhanna 11. bölüm, 17–27 ayetlerinde bununla ne demek istediğini görelim:
17 İsa Beytanya’ya yaklaşınca Lazar’ın dört gündür mezarda olduğunu öğrendi. 18 Beytanya, Yeruşalim’e [yaklaşık üç kilometre] uzaklıktaydı. 19 Birçok Yahudi, kardeşlerini yitiren Marta’yla Meryem’i avutmaya gelmişti. 20 Marta İsa’nın geldiğini duyunca O’nu karşılamaya çıktı, Meryem ise evde kaldı. 21 Marta İsa’ya, “Ya Rab” dedi, “Burada olsaydın, kardeşim ölmezdi. 22 Şimdi bile, Tanrı’dan ne dilersen Tanrı’nın onu sana vereceğini biliyorum.”
İsa nihayet Beytanya’ya vardığında Lazar dört gündür ölüydü. Lazar’ın ölüm döşeğinde, hatta komada olmasına dahi imkân yoktu. Ölmüş ve Yahudi geleneğine göre gömülmüştü. Ölümünden hemen sonra yıkanmış, kefenlenmiş ve taşa oyulmuş bir mezara konulmuştu.
Fakat onun ölümüne rağmen, Marta’nın imanına ilişkin etkileyici bir işaret alıyoruz. O İsa’ya kızgın değildi ve şikâyet etmedi. Yalnızca gerçeği dile getirdi. İsa orada olmuş olsaydı, kardeşi ölmeyecekti. Fakat ifadesinde daha da büyük bir şey var. İsa’nın Allah’la bağlantısının, Allah’ın O’na istediği her şeyi verecek kadar yakın olduğuna inanıyordu. Keşke hepimiz Marta’nın imanına sahip olsak! İsa’nın verdiği karşılığı Yuhanna 11. bölüm, 23. ve 24. ayetlerde görelim:
23 İsa, “Kardeşin dirilecektir” dedi. 24 Marta, “Son gün, diriliş günü onun dirileceğini biliyorum” dedi.
İsa’nın sözleri sevdiği birini kaybeden herkesi teselli etmelidir. O, Lazar’ın muhtemelen yeniden dirileceğini, hatta belki dirileceğini söylemedi. O, Lazar’ın yeniden dirileceğine söz verdi. Başka bir deyişle, Lazar’ın kurtuluşu, diğer tüm imanlıların olduğu gibi, güvencede ve değiştirilemezdi. O, bu dünyanın sonunda ölümden diriltilecekler arasında yer alacaktı. Marta’nın ifadesinden, buna inandığı açıkça anlaşılıyor. Fakat İsa, 25–27 ayetlerinde kayıtlı olan şu ifadelerde, onun imanını daha da denedi:
25 İsa ona, “Diriliş ve yaşam Ben’im” dedi. “Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. 26 Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek. Buna iman ediyor musun?” 27 Marta, “Evet, ya Rab” dedi. Senin, dünyaya gelecek olan Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman ettim.”
İsa’nın ifadesi sizi sarstı mı? İsa dirilişin ne zaman, nasıl ya da neden meydana geleceğini ayrıntılı bir şekilde anlatmadı. Hatta diriliş öncesinde meydana gelecek olayları bile açıklamadı. Ancak göz ardı edilemeyecek ve ha fe alınamayacak başka bir derin açıklama yaptı.
İsa esasen ne şimdi, ne gelecekte kendisi olmadan hayat olmayacağını söyledi. Diriliş O’dur! Tüm insanlığın en büyük kaderi olan ölümü geri çevirebilecek olan kişi O’dur. Ölmekten korkuyorsanız, yeniden yaşamak istiyorsanız, İsa şöyle diyor:
“Bana inan, ben de seni ölümden dirilteceğim.”
İlginç bir şekilde Marta, İsa’nın ifadesinden ötürü şaşkınlığa uğramış gibi görünmüyordu. O zamana kadar sayısız mucizeye tanıklık etmişti, gelecek olan Mesih’e ilişkin peygamberlik sözlerini biliyordu, O’nun öğretişini duymuştu ve ailesine gösterdiği gerçek sevgiyi tecrübe etmişti. Marta, İsa’nın söylediğinin gerçek olduğundan şüphe etmiyordu. Hemen eve koşarak kız kardeşine İsa’nın geldiğini söyledi. Meryem, İsa’nın geldiğini duyduğunda evden çıkarak O’nunla görüşmeye gitti.
Bundan sonra neler olduğunu görmek için Yuhanna 11. bölüm, 32. ve 33. ayetlere bakalım:
32 Meryem İsa’nın bulunduğu yere vardı. O’nu görünce ayaklarına kapanarak, “Ya Rab” dedi, “Burada olsaydın, kardeşim ölmezdi.” 33 Meryem’in ve onunla gelen Yahudiler’in ağladığını gören İsa’nın ruhunu hüzün kapladı, yüreği sızladı.
Anlaşılan Meryem, İsa’ya kız kardeşi Marta’nın beslediği saygının aynını besliyordu. İsa’nın hastalık üzerindeki gücüne de aynı şekilde inandığını ifade etti. İsa’nın hastalıklardan ötürü Allah’ı hiçbir zaman suçlamadığı dikkatinizi çekti mi? Hatta sürekli olarak bunun tam tersini görüyoruz. İsa her zaman hastaları iyileştiriyor ve hastalığın etkilerini tersine çeviriyor. Bu, hastalığın ve hatta ölümün Allah’ın isteği olmadığına dair başka bir kanıttır. Belki İsa bazı insanların Lazar’ın ölümünün Allah’ın isteği olduğuna inandıklarını gördü ve bu yüzden “ruhunu hüzün kapladı, yüreği sızladı.”
Ancak sıkıntılı olmasının başka bir nedeni de olabilir. Hatırlarsanız, İsa öğrencilerine birçok kez sonunda öldürüleceğini söylemişti. O toplulukta O’nu gerçekten öldürmek isteyenler bulunmuş olabilir mi? Onların kalplerindeki ikiyüzlülüğü mü gördü? Yüzlerinden okuyabiliyor muydu?
İsa daha fazla vakit kaybetmeden Meryem’e Lazar’ın nerede gömüldüğünü sordu. 34–37 ayetleriyle devam edelim:
34 “Onu nereye koydunuz?” diye sordu. O’na, “Ya Rab, gel gör” dediler. 35 İsa ağladı. 36 Yahudiler, “Bakın, onu ne kadar seviyormuş!” dediler. 37 Ama içlerinden bazıları, “Körün gözlerini açan bu kişi, Lazar’ın ölümünü de önleyemez miydi?” dediler.
İsa ağladı! Uzun zamandan beridir beklenen Mesih, gözyaşı döktü. Bu ayetlerde hayret verici bir şekilde İsa’nın insan yanını görüyoruz. Tıpkı bizim gibi O da mutluluk, üzüntü, acı ve keder duydu.
Fakat kalabalık içinde O’nun kederinin içtenliğini alaya alan kişiler vardı.
“En yakın arkadaşlarından birini neden iyileştiremedi? Yalnızca yabancıları mı iyileştiriyor?”
Yüzlerindeki ifadeleri hayal etmek için fazla zorlanmamız gerekmez. Muhtemelen kısık gözlerle ve çatık kaşlarla surat asıyorlardı. Sesleri alaycılık ve sahte suçlamalarla doluydu. Fakat iddiaları, sevilen birinin ölümünün Allah’ın isteği olduğunu söyleyen bir kimsenin iddiası kadar geçersizdi. İsa Lazar’ı seviyordu ve onun için ikinci büyük sevgi eylemini gerçekleştirmek üzereydi. Bu öykünün doruk noktası için hazır mısınız? 38–40 ayetlerini okuyalım:
38 İsa yine derinden hüzünlenerek mezara vardı. Mezar bir mağaraydı, girişinde de bir taş duruyordu. 39 İsa, “Taşı çekin!” dedi. Ölenin kızkardeşi Marta, “Rab, o artık kokmuştur, öleli dört gün oldu” dedi. 40 İsa ona, “Ben sana, ‘İman edersen Tanrı’nın yüceliğini göreceksin’ demedim mi?” dedi.
Marta’nın endişesini anlamak zor değil. Oradaki herkes Lazar’ın ölü olduğunu biliyordu. Dört günden beri mezardaydı. Mezarın girişinden taşı çekselerdi çok kötü kokacaktı. Ayrıca, cesedin yanına giden herkes törensel olarak kirli sayılacaktı. İsa onlarla tartıştı mı? Kendisine neden itaat etmeleri gerektiğine dair nedenleri sıraladı mı? Hayır! Basit bir soru sordu.
“Ben sana, ‘İman edersen Tanrı’nın yüceliğini göreceksin’ demedim mi?”
Siz Allah’ın yüceliğini görmek istiyor musunuz? Kaderinizi değiştirebilecek olan kişiyle buluşmaya hazır mısınız? 41–44 ayetleriyle devam edelim:
41 Bunun üzerine taşı çektiler. İsa gözlerini gökyüzüne kaldırarak şöyle dedi: “Baba, beni işittiğin için sana şükrediyorum. 42 Beni her zaman işittiğini biliyordum. Ama bunu, çevrede duran halk için, beni senin gönderdiğine iman etsinler diye söyledim.” 43 Bunları söyledikten sonra yüksek sesle, “Lazar, dışarı çık!” diye bağırdı. 44 Ölü, elleri ayakları sargılarla bağlı, yüzü peşkirle sarılmış olarak dışarı çıktı. İsa oradakilere, “Onu çözün, bırakın gitsin” dedi.
İsa Lazar’ı adıyla çağırmış olmasaydı, tüm ölülerin hayata geri dönecekleri söylenmiştir. O’nun sesinde kudret vardı, bu kudret Allah’ın her şeyi sözüyle var ettiği, İbrahim’i Ur kentinden çıkması için çağırdığı ve Sina Dağı’nda yanan bir çalıdan Musa’yla konuştuğu zaman mevcut olan kudretti. Kaderi değiştiren, beden almış olan Allah’ın kendi Sözü’dür. Anlaşılamaz mı? Evet! İmkânsız mı? Hayır!
“Tanrı için her şey mümkündür.”16
Sizce halk nasıl tepki verdi? Sizce tümü hayrete düşüp mutlu mu oldu? Sizce korku içinde kaçtılar mı? Yuhanna 11. bölüm, 45–53 ayetlerini okuyarak dersimizi bitirelim:
45 O zaman, Meryem’e gelen ve İsa’nın yaptıklarını gören Yahudiler’in birçoğu İsa’ya iman etti. 46 Ama içlerinden bazıları Ferisiler’e giderek İsa’nın yaptıklarını onlara bildirdiler. 47 Bunun üzerine başkâhinler ve Ferisiler, Yüksek Kurul’u toplayıp dediler ki, “Ne yapacağız? Bu adam birçok doğaüstü belirti gerçekleştiriyor. 48 Böyle devam etmesine izin verirsek, herkes O’na iman edecek. Romalılar da gelip kutsal yerimizi ve ulusumuzu ortadan kaldıracaklar.” 49 İçlerinden biri, o yıl başkâhin olan Kayafa, “Hiçbir şey bilmiyorsunuz” dedi. 50 “Bütün ulus yok olacağına, halk uğruna bir tek adamın ölmesi sizin için daha uygun. Bunu anlamıyor musunuz?” 51–52 Bunu kendiliğinden söylemiyordu. O yılın başkâhini olarak İsa’nın, ulusun uğruna, ve yalnız ulusun uğruna değil, Tanrı’nın dağılmış çocuklarını toplayıp birleştirmek için de öleceğine ilişkin peygamberlikte bulunuyordu. 53 Böylece o günden itibaren İsa’yı öldürmek için düzen kurmaya başladılar.
Soğuk bir kış günü, genç bir anne yeni doğmuş bebeğiyle yatakta yatıyordu. Saçı taralı değildi ve makyajı yoktu. Fakat bebek için bunların hiçbirinin önemi yoktu. Onun sıcak dokunuşunu ve müşfik okşamasını hissedebiliyordu. Onun yumuşak sesini duyabiliyordu. Küçük gözleri annesi konuşurken dikkatle ona bakıyordu:
“Seni çok seviyorum. Seni her zaman seveceğim. Seni her zaman koruyacağım. Ne olursa olsun her zaman senin yanında olacağım. Eskiden kendim için yaşıyordum, fakat şimdi yalnızca senin için yaşıyorum. Gerekirse, senin için ölürüm bile.”
Bebek onun sesini tanıyordu, zira doğmadan önce dokuz ay boyunca bu sesi dinlemişti. Annesinin söylediği her şeyi anlamıyordu. Fakat önemi yoktu. Önemli olan annesinin kucağında kendini emniyette hissetmesiydi. Geleceğin nasıl olacağını bilmiyordu, fakat annesine güvenebileceğini biliyordu.
Bebek gibi, biz de gelecekte ne olacağını bilmiyoruz. Ancak tıpkı bu genç annenin sesi gibi, bizi çağıran bir ses var. Şöyle diyor:
“Gelecekten endişe etme. Ölümü sıkıntı yapma. Senin kaderinin anahtarlarını elimde tutuyorum. Ben ölümün zincirlerini kırarak seni hayata döndürebilirim. Bana inan, böylece ölsen bile yeniden yaşayacaksın. Diriliş ve yaşam benim!”
Bu ses insan bedeninde tezahür eden Allah’ın Sözü, kaderi değiştirendir; ve onun bir adı var: İsa Mesih. Öldüğünüzde O’nun sizi ölümden diriltebileceğine inanıyor musunuz? Öyle ise, kaderinizi O’nun ellerine teslim ederek ve O’nu izlemeyi seçerek kaderinizin kontrolünü elinize alın.
Tartışma Soruları
1. Ölüm hakkındaki kişisel kirleriniz nedir? Ondan korkuyor musunuz?
2. Allah’ın her şeyi denetim altında tuttuğunu biliyoruz. Bir kimse ölürse, bu O’nun isteği midir? Değilse, insanlar
neden ölür?
3. İsa’nın “diriliş ve yaşam” olma iddiası sizin için sarsıcı mı?
4. Bu dersimizde İsa’nın “kaderi değiştiren” olduğunu öğrendik. Bu gerçek ışığında, kendi kaderinizi ve bunun nasıl
değiştirilebileceğini anlamaya başladınız mı?
15 Bkz. Matta 19:26.
16 Bkz. Matta 19:26.