Önceden alçakgönüllü ve nazik olup, mevki veya görev sahibi olduktan sonra tamamen değişen birini tanıdınız mı? Onun gururlu bir hale gelip sanki her şeyi biliyormuş gibi davrandığı dikkatinizi çekti mi? Kendi onayı olmadan hiçbir şey yapılamayacağını düşünmeye başladı mı? Yetkili bir konuma yükseltilmenin nesi var ki, insanın tavırlarını ve davranış tarzını değiştirebiliyor? Sizce “İktidar her zaman yozlaştırır” ifadesi doğru olabilir mi?
Kültürümüzde bir kimsenin mevkiine ve itibarına çok önem verilmektedir. İnsanlar mevki sahiplerine “Sayın” diye hitap eder ve toplantılarda önemli yerleri verirler. Protokol ilk olarak kendisine hizmet edilmesini ister. Kimi zaman özel arabaları ve korumaları dahi vardır. Mevki sahipleri kültürel prestije ve itibara sahiptir. Emir verme yetkisine sahiptirler ve diğerlerinin bunları yerine getirmesini beklerler. Kabul etmek gerekir ki, mevki kültürümüzde çok önemlidir ve insanlar buna sahip olmayı arzular. Ne yazık ki, iktidar ve itibar insanları baştan çıkartarak mevkilerini kendi menfaatleri için kullanmaya da yöneltebilir. Bu dersimizde İsa’nın iktidar sorununa getirdiği şaşırtıcı çözümü göreceğiz.
“Koltuk Belası” adlı Kemal Sunal lmini seyrettiniz mi? İktidarla ilgili sorunları ele almak için uygun bir giriş olabilir. Filmin açılış sahnesinde polis memurları ve akıl hastanesinden gelen bir ambulans sirenlerini çalarak belediye binasına gelir. Belediye başkanının sekreteri onları karşılar ve memurlara belediye baş- kanının delirdiğini, belediyeyi lunaparka çevirdiğini söyler. Ne olup bittiğinin farkına bile varamayacak kadar kafası karışmış olan belediye başkanına yaklaşırlar. Onu alıp götürürler ve kamera belediye başkanının koltuğuna odaklanır. Bu sırada koltuk konuşur:
“Bu deliren yedinci belediye başkanı. Acaba sorun ben miyim?”
Kemal Sunal belediyenin imar müdürlüğünde çalışan son derece dürüst bir adam olan Zühtü Bey’i canlandırmaktadır. Bir müteahhidin teklif ettiği yüz binlerce liralık rüşveti reddeder. Dürüstlüğü, sa ık olarak yanlış anlaşılır ve bölgenin milletvekili ile diğer parti yetkilileri onu kontrol edebilecekleri biri olarak görürler. Zühtü Bey’e belediye başkanlığına aday olması teklifini götürürler. Zühtü Bey’in ailesi onun belediye başkanı olmasına çok heveslidir, zira bunun kendilerine birtakım menfaatler sağlayacağını düşünürler. Ancak bu konuda yalnız değildirler. Zühtü Bey’in kızından hoşlanan işsiz bir adam, evlenebilirlerse belediye başkanıyla olan ilişkisinin kendisine pek çok iş imkanı sağlayacağından emindir.
Zühtü Bey isteklerini yasa dışı herhangi bir şey yapmasının istenmemesi koşuluyla kabul eder. Aynı şekilde, milletvekili de Zühtü Bey’in talimatları kendisinden almayı kabul etmesi koşuluyla mutabıktır. Tabii ki Zühtü Bey seçimi kazanır.
Her zaman olduğu gibi, tüm hediyeleri, övgüleri ve özel ayrıcalıkları reddeder. Fakat insanlar şoka ve hayal kırıklığına uğrar. Daha önce övgüleri ve özel muameleyi kabul etmeyen bir belediye başkanı hiç görmemişlerdir. Belediye başkanı rüşvet ve hediye kabul etmezse alıştıkları yaşantıya nasıl devam edebileceklerdir ki? Zühtü Bey işini katı bir dürüstlükle yapmaktadır, kaçak inşaatları, sağlık kurallarına uygun olmayan otelleri, ekmeğin malzemesinden çalan fırınları ve benzine su katan bir benzin istasyonunu mühürler. İnsanlar doğal olarak kargaşa içindedir.
Koltuk yeni belediye başkanından gurur duymaktadır, çünkü o dürüsttür, iltimas ya da torpil kabul etmemekte, işini yasaya göre yapmaktadır. Koltuk Zühtü Beyin adil davranmaya devam etmesini, böylece insanların sorunun temelinde kendisi olduğunu düşünmemelerini ummaktadır.
Milletvekili şikâyetleri dinler ve Zühtü Bey’i ziyaret eder. Ona şöyle der:
“Sen ne biçim bir belediye başkanısın ki düzene karşı geliyorsun? Hangi partiye mensup olduğunu biliyor musun?”
Zühtü bey, “Evet” der. “DMDYP.”
“Bunun açılımını biliyor musun?”
“Devlet Millet Düzen Yüksek Partisi.”
“Hayır. Aslı ‘Devletin Malı Deniz, Yemeyen Domuz Partisi.’ Gelen yemiş, giden yemiş. Sen de köşeyi dön!”
“Bunu yapmaya hiç niyetim yok.”
“Yapmak zorundasın! Bal tutan parmağını yalar. Unut yasayı! Öyle davran ki, ne şiş yansın ne kebap. Sana bunu emrediyorum. Sen padişahsın!”
Baskıya boyun eğen Zühtü Bey, önceki iş uygulamalarını tersine çevirir ve insanlar yasayı daha da çiğnemeye cesaret bulur.
Zühtü Bey daha sonra, önceden inşaat işini durdurup sonra da yeniden başlatma izni verdiği müteahhidin, damadına lüks bir ev ve bir yazlık verdiğini öğrenir. Zühtü Bey’in oğlu, belediye başkanının oğlu olmanın avantajıyla, bir otelde bedava kalır. Sizce karısı şikâyet ediyor muydu? Hiç değil, aksine Zühtü Bey’in başkalarına yaptığı iltimasların sonucunda aldıkları tüm hediyelerin tadını çıkarıyordu. Sonunda, şehir halkı Zühtü Bey’in şere ne bir heykel diker, Zühtü Bey delirir ve koltuğu yakmaya çalışır.
Öyküde rüşvet, kayırıcılık, gurur, aldatma ve kanunsuzluk, yürürlükteki ve arzulanan sistemin bir parçasıydı. Bugün hiç fark var mı? Mevkiye ve getirdiği menfaatlere duyulan sevgi sadece bizim kültürümüze mahsus değildir. İsa’nın zamanında, O’nun öğrencileri arasında da bu sorun ortaya çıktı. Bu dersimizde İsa’nın Allah’ın krallığındaki güç ve önderlikle ilgili olarak ne söylediğine bakacağız. İsa konunun özüne inen bir çözüm sunuyor. Bu çözümü izleyicilerinin zihinlerinde her zaman taze tutmak için, iki yeni ibadet başlattı. Bu iki ibadet müjdenin mesajını örnekleyerek açıklamaktadır. Bunu okumaya Luka 22. bölüm, 7–13 ayetlerinden başlayalım:
7 Fısıh kurbanının kesilmesi gereken Mayasız Ekmek Günü geldi. 8 İsa, Petrus’la Yuhanna’yı, “Gidin, Fısıh yemeğini yiyebilmemiz için hazırlık yapın” diyerek önden gönderdi. 9 O’na, “Nerede hazırlık yapmamızı istersin?” diye sordular. 10–11 İsa onlara, “Bakın” dedi, “Kente girdiğinizde karşınıza su testisi taşıyan bir adam çıkacak. Adamı, gideceği eve kadar izleyin ve evin sahibine şöyle deyin: ‘Öğretmen, öğrencilerimle birlikte Fısıh yemeğini yiyeceğim konuk odası nerede? diye soruyor.’ 12 Ev sahibi size üst katta, döşenmiş büyük bir oda gösterecek. Orada hazırlık yapın.” 13 Onlar da gittiler, her şeyi İsa’nın kendilerine söylediği gibi buldular ve Fısıh yemeği için hazırlık yaptılar.
Yahudi halkı Fısıh bayramını seviyor ve ona saygı gösteriyordu. Aile, dostluk ve ulusal dayanışma zamanıydı. Fısıh, İsraillilerin Mısır’daki kölelikten ve esaretten kurtuluşlarının kutlanmasıydı. Mısır’dan çıkmalarından hemen önce, Allah Mısır’da hem insanların hem de hayvanların ilk doğanlarını öldüreceğini ve tüm Mısır tanrılarını yargılayacağını söyledi. Ancak Allah kendisine itaat edenlerin evlerinin üzerinden pas geçeceğine söz verdi. Emredildiği üzere, Allah’a inananlar bir kuzu kesmeli ve kanını evin kapı söveleri üzerine sürmeliydi. O gece İsrailliler kuzuları mayasız ekmekle birlikte yediler. Neden mayasız ekmek? İsrailliler Mısır’dan o kadar hızlı çıkmak zorundaydılar ki, ekmeğin kabarmasını bekleyecek zamanları olmayacaktı. Allah Fısıh bayramının her yıl kurtuluşlarının bir anısı olarak kuzu ve mayasız ekmek yiyerek hatırlanmasını ve kutlanmasını emretti. İsa’nın öğrencileriyle birlikte yediği işte bu anıtsal yemekti.
İsa öğrencileriyle birlikte geçirebileceği çok az zamanının kaldığını biliyordu. Ayrıca öğrencileri arasında ilgilenilmesi gereken bir sorun olduğunu da biliyordu. Bu, koltuk sorunuydu. Bunu Luka 22. bölüm, 24. ayette okuyalım:
24 Ayrıca aralarında hangisinin en üstün sayılacağı konusunda bir çekişme oldu.
İsa bu sorunu çözmek için ne yapacaktı? Bunu görmezden mi gelecek? Tabii ki hayır! Öğrencilerin kimin en büyük olduğuna dair kavgası, Allah’ın krallığının en temel ilkelerinden birini, alçakgönüllülüğü anlamadıklarını gösteriyordu. İsa daha zaman varken bunu düzeltmeliydi. İsa’nın yanıtını Yuhanna 13. bölüm, 1–8 ayetlerinde okuyalım:
1 Fısıh Bayramı’ndan önceydi. İsa, bu dünyadan ayrılıp Baba’ya gideceği saatin geldiğini biliyordu. Dünyada kendisine ait olanları hep sevmişti; sonuna kadar da sevdi. 2 Akşam yemeği sırasında İblis, Simun İskariot’un oğlu Yahuda’nın yüreğine İsa’ya ihanet etme isteğini koymuştu bile. 3 İsa, Baba’nın her şeyi kendisine teslim ettiğini, kendisinin Tanrı’dan çıkıp geldiğini ve Tanrı’ya döneceğini biliyordu. 4 Yemekten kalktı, üstlüğünü bir yana koydu, bir havlu alıp beline doladı. 5 Sonra bir leğene su doldurup öğrencilerin ayaklarını yıkamaya ve beline doladığı havluyla kurulamaya başladı. 6 İsa, Simun Petrus’a geldi. Simun, “Ya Rab, ayaklarımı sen mi yıkayacaksın?” dedi. 7 İsa ona şu yanıtı verdi: “Ne yaptığımı şimdi anlayamazsın, ama sonra anlayacaksın.” 8 Petrus, “Benim ayaklarımı asla yıkamayacaksın!” dedi. İsa, “Yıkamazsam yanımda yerin olmaz” diye yanıtladı.
Yemek başlamıştı. O zamanlar şölenlerde yemekten önce bir hizmetkârın konukların ayaklarını yıkaması adettendi. Orada hizmetçi bulunmadığından bu iş öğrencilerden birine düşüyordu. Ancak öğrencilerin hiçbiri böyle aşağı ve bayağı bir işi yapmayı kendi üzerine almadı. Belki diğerlerinden daha az önemli gibi görünmek istememişlerdir. İsa, öğrencilerden hiçbirinin bunu yapmayacağını gördüğünde, kendisi ayağa kalktı ve sessizce onların ayaklarını yıkamaya başladı.
Petrus, Mesih’in birinin ayağını yıkamak için eğilmesi düşüncesinden dehşet duymuştu, kendi ayağı olsa bile! Cumhurbaşkanı ya da Başbakan sizin ayağınızı yıkamak için eğilseydi siz ne yapardınız? Biraz rahatsız olur muydunuz? Bir liderin böyle bir şey yapmasının yanlış olduğunu düşünür müydünüz? Onu durdurmaya çalışır mıydınız? Petrus’a göre bir liderin başkalarına hizmet etmesi akıl almazdı. Hizmet “alt sınıf” içindi. Fakat diğer yandan, Petrus İsa’nın yanından ayrılacak da değildi. İsa’nın hayatının bir parçası olması İsa’ya ayaklarını yıkaması için izin vermesi demek olacaksa, öyle olsundu! Bundan sonra neler olduğunu görmek için Yuhanna 13. bölüm, 9–11 ayetlerine bakalım:
9 Simun Petrus, “Ya Rab, o halde yalnız ayaklarımı değil, ellerimi ve başımı da yıka!” dedi. 10 İsa ona dedi ki, “Yıkanmış olan tamamen temizdir; ayaklarının yıkanmasından başka şeye ihtiyacı yoktur. Sizler temizsiniz, ama hepiniz değil.” 11 İsa, kendisine kimin ihanet edeceğini biliyordu. Bu nedenle, “Hepiniz temiz değilsiniz” demişti.
Bir kimsenin şölen yemeğine oturmadan önce tamamen yıkanması adettendi. Tamamen yıkandıktan sonra şölene yürürken öğrencinin tüm bedeni değil, yalnızca ayakları kirlenirdi. Öğrenciler bunu anladılar. Fakat İsa fiziksel yıkanmanın ve kirli ayakların ötesinde bir şeyden söz ediyordu. Yıkanma simgesini ruhsal bir dersi örneklemek için kullandı.
İsa içlerinden birinin temiz olmadığını söylediğinde ruhsal kirlilikten söz ediyordu. Kalbi günah ve ihanetle dolu bir öğrenciden bahsediyordu. Öğrenciler tövbe ve iman yoluyla ruhsal olarak temizlenmişlerdi. Zaten vaftiz edilmişlerdi. Ancak zaman zaman Şeytan’ın telkinlerini de dinlemişlerdi. Petrus’un İsa’nın yaklaşmakta olan ölümünü duyduğunda İsa’ya karşı geldiği zamanı hatırlıyor musunuz? Şimdi dahi öğrenciler Allah’ın krallığında kimin en büyük olacağını tartışıyorlardı. Tam bir ruhsal yenilenmeden geçmeleri gerekmiyordu. Ancak yanlış düşüncelerden ve eylemlerden temizlenmeleri gerekiyordu.
Yuhanna 13. bölüm, 12–17 ayetlerinden okumaya devam edelim:
12 Onların ayaklarını yıkadıktan sonra giyinip yine sofraya oturdu. “Size ne yaptığımı anlıyor musunuz?” dedi. 13 “Siz beni Öğretmen ve Rab diye çağırıyorsunuz. Doğru söylüyorsunuz, öyleyim. 14 Ben Rab ve Öğretmen olduğum halde ayaklarınızı yıkadım; öyleyse, sizler de birbirinizin ayaklarını yıkamalısınız. 15 Size yaptığımın aynısını yapmanız için bir örnek gösterdim. 16 Size doğrusunu söyleyeyim, köle efendisinden, elçi de kendisini gönderenden üstün değildir. 17 Bildiğiniz bu şeyleri yaparsanız, ne mutlu size!”
İsa yeni ayak yıkama törenini başlattığında, gerçek önderliğin aslında ne olduğuna dair muazzam bir örnek verdi. Ayak yıkama töreni alçakgönüllülüğün Allah’ın krallığının merkezinde yer aldığının hatırlatıcısı ve simgesidir. Ancak alçakgönüllü hizmetin yalnızca önderliğe uzanan merdivenin en alt basamağı olmadığını hatırlayalım. Bu, dindar bir önderlik kurumunun temelidir. İsa’ya göre, iyi önderler olmak istiyorsak, hem ziksel hem de ruhsal anlamda birbirimizin ayaklarını yıkamaya hazır olmalıyız.
Birbirimizin ayaklarını gerçek anlamda yıkadığımızda, bu hiçbirimizin diğerlerinden daha büyük olmadığı ve İsa Mesih’in alçakgönüllü mizacını üzerimize aldığımız gerçeğini ortaya koyar. Birbirimizin ayaklarını ruhsal olarak nasıl yıkayabiliriz? Kısacası, bize karşı işledikleri suçları bağışlarız. Yalnızca alçakgönüllü bir kişi kurtarılmaya ve bağışlanmaya ihtiyacı olduğunu kabul edebilir; ve yalnızca alçakgönüllü bir kişi bağışlayabilir!
Ayak yıkama fikri size iğrenç mi geliyor? Başka birinin ayaklarını yıkama fikrini düşündüğünüzde rahatsızlıkla kıvranıyor musunuz? Öyleyse bilin bakalım ne oluyor. Göğün krallığına girmeye hazır olduğumuzu bu tür bir eylem gösterir. Kendisinin “Öğretmen ve Rab” olduğunu açıklayan İsa başka birinin ayaklarını yıkamak için eğilmişse, biz kimiz ki böyle bir şeyden daha yüksek olduğumuzu söyleyelim? İsa bu dersi Luka 22. bölüm, 25–27 ayetlerinde kayıtlı olan daha başka sözlerle de destekledi:
25 İsa onlara, “Ulusların kralları, kendi uluslarına egemen kesilirler. İleri gelenleri de kendilerine iyiliksever unvanını yakıştırırlar” dedi. 26 “Ama siz böyle olmayacaksınız. Aranızda en büyük olan, en küçük gibi olsun; yöneten, hizmet eden gibi olsun. 27 Hangisi daha büyük, sofrada oturan mı, hizmet eden mi? Sofrada oturan değil mi? Oysa ben aranızda hizmet eden biri gibi oldum.”
Kültürümüzde önderler hizmet etmez. Önderler emir verir ve diğer-leri işi yapar. İşte İsa’nın Uluslar’dan olanların yaptığını ve bizim yapmamamız gerektiğini söylediği şey de budur. Allah’ın krallığına girmek istiyorsak, tamamen yeni bir düşünce ve eylem tarzına sahip olmalıyız. Peki bunu nasıl yapabiliriz? Hayatımız boyunca bize “koltuk, koltuk, koltuk” deniliyor. Aksini yapmak ya da buna inanmak, kültürümüze ve önderlik hakkında bize öğretilen her şeye karşı gelmek anlamına geliyor. Bu bizim krimizin merkezinde, benliğimizin derinliklerinde kökleşmiş. Bunu değiştirmek için ne yapabiliriz? Neyse ki İsa’nın buna karşı bir tedavisi var ve yalnızca dışa yönelik bir alçakgönüllülük töreninden meydana gelmiyor. İçeriden dışarı bir değişim gerektiriyor. İçimizdeki yeni ruhsal hayattan kaynaklanan yeni güdülere sahip olmalıyız. Luka 22. bölüm, 15–23 ayetlerinde İsa bundan söz ediyor:
15 ... Onlara şöyle dedi: “Ben acı çekmeden önce bu Fısıh yemeğini sizinle birlikte yemeyi çok arzulamıştım. 16 Size şunu söyleyeyim, Fısıh yemeğini, Tanrı’nın Egemenliği’nde yetkinliğe erişeceği zamana dek, bir daha yemeyeceğim.” 17 Sonra kâseyi alarak şükretti ve, “Bunu alın, aranızda paylaşın” dedi. 18 “Size şunu söyleyeyim, Tanrı’nın Egemenliği gelene dek, asmanın ürününden bir daha içmeyeceğim.” 19 Sonra eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve onlara verdi. “Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın” dedi. 20 Aynı şekilde, yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: “Bu kâse, sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır. 21 Ama bana ihanet edecek kişinin eli şu anda benimkiyle birlikte sofradadır. 22 İnsanoğlu, belirlenmiş olan yoldan gidiyor. Ama O’na ihanet eden adamın vay haline!” 23 Elçiler, aralarında bunu kimin yapabileceğini tartışmaya başladılar.
İsa başka bir tören (ya da ibadet) daha meydana getiriyordu. Bu, Rabb’in Sofrası ibadetiydi. Bu tören içimizde yeni bir ruhsal hayata nasıl sahip olabileceğimizi simgeleyecekti. Rabb’in Sofrası ilk sırada ya da en iyi konumda olma arzusuna değil, alçakgönüllü- lükten kaynaklanan yeni güdülere nasıl sahip olabileceğimizi gösterdi. Belki de şöyle diyorsunuz:
“Bir parça ekmek yemek ve bir miktar üzüm suyu içmek güdülerimi ve arzularımı nasıl değiştirebilir?”
Tabii ki bu simgeleri yemek bizi değiştirmez. Onlar yalnızca simgedir. Fakat simgelerin daha derin ruhsal bir anlamı vardır.
İsa’nın Kefernahum havrasında vaaz verdiği ve anlaşılması zor bazı tuhaf sözler söylediği zamanı işleyen dersimizi23 hatırlıyor musunuz? Kalabalık, İsa’nın Musa’dan daha büyük olduğunu ispatlaması için bir mucize yapmasını istedi. Atalarının çölde 40 yıl man yediklerini söyleyerek, İsa’nın onların kendisine inanmalarını istiyorsa bundan daha büyük bir mucize yapması gerektiğini ima ettiler.
İsa şöyle yanıt verdi:
“Size doğrusunu söyleyeyim, iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Yaşam ekmeği Ben’im. Atalarınız çölde man yediler, yine de öldüler.”24
İsraillilerin çölde yedikleri ekmek onlara fiziksel gıda sağlamıştı. Fakat sonsuz hayat vermemişti. İsa, kendisine iman edenlere sonsuz hayat vaat ediyordu. Ayrıca ebedi ölümden bu kurtuluşu sağlamak için kendisinin ölmesi gerektiğini belirten bir ifade ekledi. Şöyle dedi:
“Gökten inmiş olan diri ekmek Ben’im. Bu ekmekten yiyen sonsuza dek yaşayacak. Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek de benim bedenimdir.”25
İsa kendi gerçek etinin yenmesinden bahsetmiyordu. Sonraki sözleri söylediğinde bu noktayı açıkça ifade etti:
“Yaşam veren Ruh’tur. Beden bir yarar sağlamaz. Sizlere söylediğim sözler ruhtur, yaşamdır.”26
Son akşam yemeğinde İsa öğrencilere kendi bedeni olan ekmeği yemelerini söylediğinde, aynı simgesel dili kullanıyordu. İsa kendi bedenini dünyanın hayatı için vereceğini söylemişti ve hayatı Ruh sağlar. İsa ayrıca söylediği sözlerin ruh ve hayat olduğunu da söyledi. Bu iki düşünceyi bir araya getirdiğimizde, İsa’nın sözlerine göre yaşamanın Ruh aracılığıyla hayat getirdiğini görürüz. Her şeyde birinci olma arzusunu yenen güç budur.
İsa, üzüm suyunun “sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşma” olacağını söyledi. “Kan” sözcüğü aynı zamanda İsa’nın bizim için ölümüne işaret etmektedir. Şu öyküdeki kan antlaşmasını düşünelim.
Yedi yaşındaki Melek ile en iyi arkadaşı Nur bir gün parkta oturuyorlardı.
Melek arkadaşına dikkatle bakarak, “Sen benim en iyi arkadaşımsın” dedi.
“Sen de sonsuza dek benim arkadaşımsın” dedi Nur. “Kankardeş olalım mı?”
“Olur” dedi Melek. “Nasıl yapıyoruz?”
“Kan kardeş olmak için birbirimize sonsuza dek verdiğimiz bir söz olarak kanımızı karıştırmalıyız.”
“Kendimizi kesmemiz mi gerekiyor?”
“Evet.”
Böylece kızlar Nur’un annesinin mutfağında keskin bir bıçak buldular ve gizlice tekrar parka çıktılar. Nur bıçağı tedirginlikle koluna koydu ve ilk kan damlasını görene dek bastırdı. Melek sırada kendisinin olduğunu bilerek korkuyla baktı. Fakat Nur’la kan kardeşi olma arzusu baskın geldi ve töreni tamamladı. Melek kendi kolunu kestikten sonra kanayan kollarını birleştirdiler.
“Sonsuza dek senin en iyi arkadaşın olmaya ant içiyorum” dedi Nur.
Melek, “Ben de sonsuza dek senin en iyi arkadaşın olmaya ant içiyorum” diye karşılık verdi.
İsa bizim kurtarıcımız olmak ve bize sonsuz hayat vermek için bir antlaşma yaptı. Bunun için bedenini, yani canını verdi. Herkesi vaftiz yoluyla bu antlaşmaya girmeye çağırıyor. Rabb’in Sofrası’nda ekmekten ve üzüm suyundan pay aldığınızda, taahhüdünüzü yenilemiş olursunuz – birliğinizin sonsuza dek süreceğine dair bir ant. Mesih’le kan kardeş olursunuz.
Ülkemizin bağımsızlık mücadelesinde ölen insanlara saygı göstermek için Çanakkale’ye gidebiliriz. Onların ödediği bedeli hatırlayarak anayurdumuzu korumak için daha da derin bir anlayış besleriz. İsa, son akşam yemeğinde yeni bir anıt tesis etti. Bu Fısıh bayramı anıtı değildi. Rabb’in Sofrası’ydı. İsa’nın bizim için ölümünü düşünerek, O’nun bizim kurtuluşumuz için ödediği bedeli hatırlar ve takdir ederiz. Böylece O’na bağlılığımız artar.
Önderliği yozlaştıran gurur sorununa çözüm, İsa’nın kendi krallığındaki önderlere kendisi gibi hizmetkârlar olmaları çağrısıdır. Ancak bu doğal kalple yapılamaz. Bunu gerçekleştirmek için İsa’nın kalbinin içimizde yaşamasına ihtiyacımız var. Alçakgönüllü İsa’nın gücünün içimizde yaşamasını nasıl sağlayabiliriz? Bu doğal yoldan yapılamaz. Bir mucizedir. Fiziksel yiyeceğin fiziksel hayatımızı sürdürmeye yaradığı gibi, ruhsal besin de ruhsal hayatımızı sürdürür. Ekmek parçası ve üzüm suyu İsa’yı içimize almanın yalnızca simgeleridir. İsa’nın içimize gelmesinin gerçek yolu O’nun sözüne imandır. Allah’ın sözüyle besleniriz ve Allah’tan bize Mesih’in Ruhu’nu vermesini isteriz. Bizi temiz bir kalple başkalarına hizmet edecek kadar alçakgönüllü hale getiren, içimizdeki O’nun Ruhu’nun çalışmasıdır!
Tartışma Soruları
1. Zühtü Bey belediye başkanı olduğunda doğru ve dürüst olmayı neden başaramadı? Sizce bir koltuk insanın farklı
davranmasına neden olabilir mi?
2. Ayak yıkama ibadeti kesinlikle alçaltıcı bir etkinlik. Sizce ayak yıkama ibadeti gururlu bir insanı alçakgönüllü hale
getirmeye yeter mi? Yetmezse, sizce bizi gerçekten alçakgönüllü hale ne getirebilir?
3. Nur ve Melek’in kanında antlarını sağlamlaştıracak herhangi bir özel güç var mıydı? Yok idiyse, taahhütlerinin temeli neydi?
4. Bir kimsenin antlaşma yapmaya yönelik olarak verebileceği en büyük teminat nedir? İsa kurtuluş antlaşması için
neyi teminat olarak verdi? Kurtuluş antlaşmasında sizin teminatınız ne olacaktır?
23 Kaderi Değiştiren, Kitap 4, ders 16.
24 Bkz. Yuhanna 6:47–49.
25 Bkz. Yuhanna 6:51.
26 Bkz. Yuhanna 6:63.
Kültürümüzde bir kimsenin mevkiine ve itibarına çok önem verilmektedir. İnsanlar mevki sahiplerine “Sayın” diye hitap eder ve toplantılarda önemli yerleri verirler. Protokol ilk olarak kendisine hizmet edilmesini ister. Kimi zaman özel arabaları ve korumaları dahi vardır. Mevki sahipleri kültürel prestije ve itibara sahiptir. Emir verme yetkisine sahiptirler ve diğerlerinin bunları yerine getirmesini beklerler. Kabul etmek gerekir ki, mevki kültürümüzde çok önemlidir ve insanlar buna sahip olmayı arzular. Ne yazık ki, iktidar ve itibar insanları baştan çıkartarak mevkilerini kendi menfaatleri için kullanmaya da yöneltebilir. Bu dersimizde İsa’nın iktidar sorununa getirdiği şaşırtıcı çözümü göreceğiz.
“Koltuk Belası” adlı Kemal Sunal lmini seyrettiniz mi? İktidarla ilgili sorunları ele almak için uygun bir giriş olabilir. Filmin açılış sahnesinde polis memurları ve akıl hastanesinden gelen bir ambulans sirenlerini çalarak belediye binasına gelir. Belediye başkanının sekreteri onları karşılar ve memurlara belediye baş- kanının delirdiğini, belediyeyi lunaparka çevirdiğini söyler. Ne olup bittiğinin farkına bile varamayacak kadar kafası karışmış olan belediye başkanına yaklaşırlar. Onu alıp götürürler ve kamera belediye başkanının koltuğuna odaklanır. Bu sırada koltuk konuşur:
“Bu deliren yedinci belediye başkanı. Acaba sorun ben miyim?”
Kemal Sunal belediyenin imar müdürlüğünde çalışan son derece dürüst bir adam olan Zühtü Bey’i canlandırmaktadır. Bir müteahhidin teklif ettiği yüz binlerce liralık rüşveti reddeder. Dürüstlüğü, sa ık olarak yanlış anlaşılır ve bölgenin milletvekili ile diğer parti yetkilileri onu kontrol edebilecekleri biri olarak görürler. Zühtü Bey’e belediye başkanlığına aday olması teklifini götürürler. Zühtü Bey’in ailesi onun belediye başkanı olmasına çok heveslidir, zira bunun kendilerine birtakım menfaatler sağlayacağını düşünürler. Ancak bu konuda yalnız değildirler. Zühtü Bey’in kızından hoşlanan işsiz bir adam, evlenebilirlerse belediye başkanıyla olan ilişkisinin kendisine pek çok iş imkanı sağlayacağından emindir.
Zühtü Bey isteklerini yasa dışı herhangi bir şey yapmasının istenmemesi koşuluyla kabul eder. Aynı şekilde, milletvekili de Zühtü Bey’in talimatları kendisinden almayı kabul etmesi koşuluyla mutabıktır. Tabii ki Zühtü Bey seçimi kazanır.
Her zaman olduğu gibi, tüm hediyeleri, övgüleri ve özel ayrıcalıkları reddeder. Fakat insanlar şoka ve hayal kırıklığına uğrar. Daha önce övgüleri ve özel muameleyi kabul etmeyen bir belediye başkanı hiç görmemişlerdir. Belediye başkanı rüşvet ve hediye kabul etmezse alıştıkları yaşantıya nasıl devam edebileceklerdir ki? Zühtü Bey işini katı bir dürüstlükle yapmaktadır, kaçak inşaatları, sağlık kurallarına uygun olmayan otelleri, ekmeğin malzemesinden çalan fırınları ve benzine su katan bir benzin istasyonunu mühürler. İnsanlar doğal olarak kargaşa içindedir.
Koltuk yeni belediye başkanından gurur duymaktadır, çünkü o dürüsttür, iltimas ya da torpil kabul etmemekte, işini yasaya göre yapmaktadır. Koltuk Zühtü Beyin adil davranmaya devam etmesini, böylece insanların sorunun temelinde kendisi olduğunu düşünmemelerini ummaktadır.
Milletvekili şikâyetleri dinler ve Zühtü Bey’i ziyaret eder. Ona şöyle der:
“Sen ne biçim bir belediye başkanısın ki düzene karşı geliyorsun? Hangi partiye mensup olduğunu biliyor musun?”
Zühtü bey, “Evet” der. “DMDYP.”
“Bunun açılımını biliyor musun?”
“Devlet Millet Düzen Yüksek Partisi.”
“Hayır. Aslı ‘Devletin Malı Deniz, Yemeyen Domuz Partisi.’ Gelen yemiş, giden yemiş. Sen de köşeyi dön!”
“Bunu yapmaya hiç niyetim yok.”
“Yapmak zorundasın! Bal tutan parmağını yalar. Unut yasayı! Öyle davran ki, ne şiş yansın ne kebap. Sana bunu emrediyorum. Sen padişahsın!”
Baskıya boyun eğen Zühtü Bey, önceki iş uygulamalarını tersine çevirir ve insanlar yasayı daha da çiğnemeye cesaret bulur.
Zühtü Bey daha sonra, önceden inşaat işini durdurup sonra da yeniden başlatma izni verdiği müteahhidin, damadına lüks bir ev ve bir yazlık verdiğini öğrenir. Zühtü Bey’in oğlu, belediye başkanının oğlu olmanın avantajıyla, bir otelde bedava kalır. Sizce karısı şikâyet ediyor muydu? Hiç değil, aksine Zühtü Bey’in başkalarına yaptığı iltimasların sonucunda aldıkları tüm hediyelerin tadını çıkarıyordu. Sonunda, şehir halkı Zühtü Bey’in şere ne bir heykel diker, Zühtü Bey delirir ve koltuğu yakmaya çalışır.
Öyküde rüşvet, kayırıcılık, gurur, aldatma ve kanunsuzluk, yürürlükteki ve arzulanan sistemin bir parçasıydı. Bugün hiç fark var mı? Mevkiye ve getirdiği menfaatlere duyulan sevgi sadece bizim kültürümüze mahsus değildir. İsa’nın zamanında, O’nun öğrencileri arasında da bu sorun ortaya çıktı. Bu dersimizde İsa’nın Allah’ın krallığındaki güç ve önderlikle ilgili olarak ne söylediğine bakacağız. İsa konunun özüne inen bir çözüm sunuyor. Bu çözümü izleyicilerinin zihinlerinde her zaman taze tutmak için, iki yeni ibadet başlattı. Bu iki ibadet müjdenin mesajını örnekleyerek açıklamaktadır. Bunu okumaya Luka 22. bölüm, 7–13 ayetlerinden başlayalım:
7 Fısıh kurbanının kesilmesi gereken Mayasız Ekmek Günü geldi. 8 İsa, Petrus’la Yuhanna’yı, “Gidin, Fısıh yemeğini yiyebilmemiz için hazırlık yapın” diyerek önden gönderdi. 9 O’na, “Nerede hazırlık yapmamızı istersin?” diye sordular. 10–11 İsa onlara, “Bakın” dedi, “Kente girdiğinizde karşınıza su testisi taşıyan bir adam çıkacak. Adamı, gideceği eve kadar izleyin ve evin sahibine şöyle deyin: ‘Öğretmen, öğrencilerimle birlikte Fısıh yemeğini yiyeceğim konuk odası nerede? diye soruyor.’ 12 Ev sahibi size üst katta, döşenmiş büyük bir oda gösterecek. Orada hazırlık yapın.” 13 Onlar da gittiler, her şeyi İsa’nın kendilerine söylediği gibi buldular ve Fısıh yemeği için hazırlık yaptılar.
Yahudi halkı Fısıh bayramını seviyor ve ona saygı gösteriyordu. Aile, dostluk ve ulusal dayanışma zamanıydı. Fısıh, İsraillilerin Mısır’daki kölelikten ve esaretten kurtuluşlarının kutlanmasıydı. Mısır’dan çıkmalarından hemen önce, Allah Mısır’da hem insanların hem de hayvanların ilk doğanlarını öldüreceğini ve tüm Mısır tanrılarını yargılayacağını söyledi. Ancak Allah kendisine itaat edenlerin evlerinin üzerinden pas geçeceğine söz verdi. Emredildiği üzere, Allah’a inananlar bir kuzu kesmeli ve kanını evin kapı söveleri üzerine sürmeliydi. O gece İsrailliler kuzuları mayasız ekmekle birlikte yediler. Neden mayasız ekmek? İsrailliler Mısır’dan o kadar hızlı çıkmak zorundaydılar ki, ekmeğin kabarmasını bekleyecek zamanları olmayacaktı. Allah Fısıh bayramının her yıl kurtuluşlarının bir anısı olarak kuzu ve mayasız ekmek yiyerek hatırlanmasını ve kutlanmasını emretti. İsa’nın öğrencileriyle birlikte yediği işte bu anıtsal yemekti.
İsa öğrencileriyle birlikte geçirebileceği çok az zamanının kaldığını biliyordu. Ayrıca öğrencileri arasında ilgilenilmesi gereken bir sorun olduğunu da biliyordu. Bu, koltuk sorunuydu. Bunu Luka 22. bölüm, 24. ayette okuyalım:
24 Ayrıca aralarında hangisinin en üstün sayılacağı konusunda bir çekişme oldu.
İsa bu sorunu çözmek için ne yapacaktı? Bunu görmezden mi gelecek? Tabii ki hayır! Öğrencilerin kimin en büyük olduğuna dair kavgası, Allah’ın krallığının en temel ilkelerinden birini, alçakgönüllülüğü anlamadıklarını gösteriyordu. İsa daha zaman varken bunu düzeltmeliydi. İsa’nın yanıtını Yuhanna 13. bölüm, 1–8 ayetlerinde okuyalım:
1 Fısıh Bayramı’ndan önceydi. İsa, bu dünyadan ayrılıp Baba’ya gideceği saatin geldiğini biliyordu. Dünyada kendisine ait olanları hep sevmişti; sonuna kadar da sevdi. 2 Akşam yemeği sırasında İblis, Simun İskariot’un oğlu Yahuda’nın yüreğine İsa’ya ihanet etme isteğini koymuştu bile. 3 İsa, Baba’nın her şeyi kendisine teslim ettiğini, kendisinin Tanrı’dan çıkıp geldiğini ve Tanrı’ya döneceğini biliyordu. 4 Yemekten kalktı, üstlüğünü bir yana koydu, bir havlu alıp beline doladı. 5 Sonra bir leğene su doldurup öğrencilerin ayaklarını yıkamaya ve beline doladığı havluyla kurulamaya başladı. 6 İsa, Simun Petrus’a geldi. Simun, “Ya Rab, ayaklarımı sen mi yıkayacaksın?” dedi. 7 İsa ona şu yanıtı verdi: “Ne yaptığımı şimdi anlayamazsın, ama sonra anlayacaksın.” 8 Petrus, “Benim ayaklarımı asla yıkamayacaksın!” dedi. İsa, “Yıkamazsam yanımda yerin olmaz” diye yanıtladı.
Yemek başlamıştı. O zamanlar şölenlerde yemekten önce bir hizmetkârın konukların ayaklarını yıkaması adettendi. Orada hizmetçi bulunmadığından bu iş öğrencilerden birine düşüyordu. Ancak öğrencilerin hiçbiri böyle aşağı ve bayağı bir işi yapmayı kendi üzerine almadı. Belki diğerlerinden daha az önemli gibi görünmek istememişlerdir. İsa, öğrencilerden hiçbirinin bunu yapmayacağını gördüğünde, kendisi ayağa kalktı ve sessizce onların ayaklarını yıkamaya başladı.
Petrus, Mesih’in birinin ayağını yıkamak için eğilmesi düşüncesinden dehşet duymuştu, kendi ayağı olsa bile! Cumhurbaşkanı ya da Başbakan sizin ayağınızı yıkamak için eğilseydi siz ne yapardınız? Biraz rahatsız olur muydunuz? Bir liderin böyle bir şey yapmasının yanlış olduğunu düşünür müydünüz? Onu durdurmaya çalışır mıydınız? Petrus’a göre bir liderin başkalarına hizmet etmesi akıl almazdı. Hizmet “alt sınıf” içindi. Fakat diğer yandan, Petrus İsa’nın yanından ayrılacak da değildi. İsa’nın hayatının bir parçası olması İsa’ya ayaklarını yıkaması için izin vermesi demek olacaksa, öyle olsundu! Bundan sonra neler olduğunu görmek için Yuhanna 13. bölüm, 9–11 ayetlerine bakalım:
9 Simun Petrus, “Ya Rab, o halde yalnız ayaklarımı değil, ellerimi ve başımı da yıka!” dedi. 10 İsa ona dedi ki, “Yıkanmış olan tamamen temizdir; ayaklarının yıkanmasından başka şeye ihtiyacı yoktur. Sizler temizsiniz, ama hepiniz değil.” 11 İsa, kendisine kimin ihanet edeceğini biliyordu. Bu nedenle, “Hepiniz temiz değilsiniz” demişti.
Bir kimsenin şölen yemeğine oturmadan önce tamamen yıkanması adettendi. Tamamen yıkandıktan sonra şölene yürürken öğrencinin tüm bedeni değil, yalnızca ayakları kirlenirdi. Öğrenciler bunu anladılar. Fakat İsa fiziksel yıkanmanın ve kirli ayakların ötesinde bir şeyden söz ediyordu. Yıkanma simgesini ruhsal bir dersi örneklemek için kullandı.
İsa içlerinden birinin temiz olmadığını söylediğinde ruhsal kirlilikten söz ediyordu. Kalbi günah ve ihanetle dolu bir öğrenciden bahsediyordu. Öğrenciler tövbe ve iman yoluyla ruhsal olarak temizlenmişlerdi. Zaten vaftiz edilmişlerdi. Ancak zaman zaman Şeytan’ın telkinlerini de dinlemişlerdi. Petrus’un İsa’nın yaklaşmakta olan ölümünü duyduğunda İsa’ya karşı geldiği zamanı hatırlıyor musunuz? Şimdi dahi öğrenciler Allah’ın krallığında kimin en büyük olacağını tartışıyorlardı. Tam bir ruhsal yenilenmeden geçmeleri gerekmiyordu. Ancak yanlış düşüncelerden ve eylemlerden temizlenmeleri gerekiyordu.
Yuhanna 13. bölüm, 12–17 ayetlerinden okumaya devam edelim:
12 Onların ayaklarını yıkadıktan sonra giyinip yine sofraya oturdu. “Size ne yaptığımı anlıyor musunuz?” dedi. 13 “Siz beni Öğretmen ve Rab diye çağırıyorsunuz. Doğru söylüyorsunuz, öyleyim. 14 Ben Rab ve Öğretmen olduğum halde ayaklarınızı yıkadım; öyleyse, sizler de birbirinizin ayaklarını yıkamalısınız. 15 Size yaptığımın aynısını yapmanız için bir örnek gösterdim. 16 Size doğrusunu söyleyeyim, köle efendisinden, elçi de kendisini gönderenden üstün değildir. 17 Bildiğiniz bu şeyleri yaparsanız, ne mutlu size!”
İsa yeni ayak yıkama törenini başlattığında, gerçek önderliğin aslında ne olduğuna dair muazzam bir örnek verdi. Ayak yıkama töreni alçakgönüllülüğün Allah’ın krallığının merkezinde yer aldığının hatırlatıcısı ve simgesidir. Ancak alçakgönüllü hizmetin yalnızca önderliğe uzanan merdivenin en alt basamağı olmadığını hatırlayalım. Bu, dindar bir önderlik kurumunun temelidir. İsa’ya göre, iyi önderler olmak istiyorsak, hem ziksel hem de ruhsal anlamda birbirimizin ayaklarını yıkamaya hazır olmalıyız.
Birbirimizin ayaklarını gerçek anlamda yıkadığımızda, bu hiçbirimizin diğerlerinden daha büyük olmadığı ve İsa Mesih’in alçakgönüllü mizacını üzerimize aldığımız gerçeğini ortaya koyar. Birbirimizin ayaklarını ruhsal olarak nasıl yıkayabiliriz? Kısacası, bize karşı işledikleri suçları bağışlarız. Yalnızca alçakgönüllü bir kişi kurtarılmaya ve bağışlanmaya ihtiyacı olduğunu kabul edebilir; ve yalnızca alçakgönüllü bir kişi bağışlayabilir!
Ayak yıkama fikri size iğrenç mi geliyor? Başka birinin ayaklarını yıkama fikrini düşündüğünüzde rahatsızlıkla kıvranıyor musunuz? Öyleyse bilin bakalım ne oluyor. Göğün krallığına girmeye hazır olduğumuzu bu tür bir eylem gösterir. Kendisinin “Öğretmen ve Rab” olduğunu açıklayan İsa başka birinin ayaklarını yıkamak için eğilmişse, biz kimiz ki böyle bir şeyden daha yüksek olduğumuzu söyleyelim? İsa bu dersi Luka 22. bölüm, 25–27 ayetlerinde kayıtlı olan daha başka sözlerle de destekledi:
25 İsa onlara, “Ulusların kralları, kendi uluslarına egemen kesilirler. İleri gelenleri de kendilerine iyiliksever unvanını yakıştırırlar” dedi. 26 “Ama siz böyle olmayacaksınız. Aranızda en büyük olan, en küçük gibi olsun; yöneten, hizmet eden gibi olsun. 27 Hangisi daha büyük, sofrada oturan mı, hizmet eden mi? Sofrada oturan değil mi? Oysa ben aranızda hizmet eden biri gibi oldum.”
Kültürümüzde önderler hizmet etmez. Önderler emir verir ve diğer-leri işi yapar. İşte İsa’nın Uluslar’dan olanların yaptığını ve bizim yapmamamız gerektiğini söylediği şey de budur. Allah’ın krallığına girmek istiyorsak, tamamen yeni bir düşünce ve eylem tarzına sahip olmalıyız. Peki bunu nasıl yapabiliriz? Hayatımız boyunca bize “koltuk, koltuk, koltuk” deniliyor. Aksini yapmak ya da buna inanmak, kültürümüze ve önderlik hakkında bize öğretilen her şeye karşı gelmek anlamına geliyor. Bu bizim krimizin merkezinde, benliğimizin derinliklerinde kökleşmiş. Bunu değiştirmek için ne yapabiliriz? Neyse ki İsa’nın buna karşı bir tedavisi var ve yalnızca dışa yönelik bir alçakgönüllülük töreninden meydana gelmiyor. İçeriden dışarı bir değişim gerektiriyor. İçimizdeki yeni ruhsal hayattan kaynaklanan yeni güdülere sahip olmalıyız. Luka 22. bölüm, 15–23 ayetlerinde İsa bundan söz ediyor:
15 ... Onlara şöyle dedi: “Ben acı çekmeden önce bu Fısıh yemeğini sizinle birlikte yemeyi çok arzulamıştım. 16 Size şunu söyleyeyim, Fısıh yemeğini, Tanrı’nın Egemenliği’nde yetkinliğe erişeceği zamana dek, bir daha yemeyeceğim.” 17 Sonra kâseyi alarak şükretti ve, “Bunu alın, aranızda paylaşın” dedi. 18 “Size şunu söyleyeyim, Tanrı’nın Egemenliği gelene dek, asmanın ürününden bir daha içmeyeceğim.” 19 Sonra eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve onlara verdi. “Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın” dedi. 20 Aynı şekilde, yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: “Bu kâse, sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır. 21 Ama bana ihanet edecek kişinin eli şu anda benimkiyle birlikte sofradadır. 22 İnsanoğlu, belirlenmiş olan yoldan gidiyor. Ama O’na ihanet eden adamın vay haline!” 23 Elçiler, aralarında bunu kimin yapabileceğini tartışmaya başladılar.
İsa başka bir tören (ya da ibadet) daha meydana getiriyordu. Bu, Rabb’in Sofrası ibadetiydi. Bu tören içimizde yeni bir ruhsal hayata nasıl sahip olabileceğimizi simgeleyecekti. Rabb’in Sofrası ilk sırada ya da en iyi konumda olma arzusuna değil, alçakgönüllü- lükten kaynaklanan yeni güdülere nasıl sahip olabileceğimizi gösterdi. Belki de şöyle diyorsunuz:
“Bir parça ekmek yemek ve bir miktar üzüm suyu içmek güdülerimi ve arzularımı nasıl değiştirebilir?”
Tabii ki bu simgeleri yemek bizi değiştirmez. Onlar yalnızca simgedir. Fakat simgelerin daha derin ruhsal bir anlamı vardır.
İsa’nın Kefernahum havrasında vaaz verdiği ve anlaşılması zor bazı tuhaf sözler söylediği zamanı işleyen dersimizi23 hatırlıyor musunuz? Kalabalık, İsa’nın Musa’dan daha büyük olduğunu ispatlaması için bir mucize yapmasını istedi. Atalarının çölde 40 yıl man yediklerini söyleyerek, İsa’nın onların kendisine inanmalarını istiyorsa bundan daha büyük bir mucize yapması gerektiğini ima ettiler.
İsa şöyle yanıt verdi:
“Size doğrusunu söyleyeyim, iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Yaşam ekmeği Ben’im. Atalarınız çölde man yediler, yine de öldüler.”24
İsraillilerin çölde yedikleri ekmek onlara fiziksel gıda sağlamıştı. Fakat sonsuz hayat vermemişti. İsa, kendisine iman edenlere sonsuz hayat vaat ediyordu. Ayrıca ebedi ölümden bu kurtuluşu sağlamak için kendisinin ölmesi gerektiğini belirten bir ifade ekledi. Şöyle dedi:
“Gökten inmiş olan diri ekmek Ben’im. Bu ekmekten yiyen sonsuza dek yaşayacak. Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek de benim bedenimdir.”25
İsa kendi gerçek etinin yenmesinden bahsetmiyordu. Sonraki sözleri söylediğinde bu noktayı açıkça ifade etti:
“Yaşam veren Ruh’tur. Beden bir yarar sağlamaz. Sizlere söylediğim sözler ruhtur, yaşamdır.”26
Son akşam yemeğinde İsa öğrencilere kendi bedeni olan ekmeği yemelerini söylediğinde, aynı simgesel dili kullanıyordu. İsa kendi bedenini dünyanın hayatı için vereceğini söylemişti ve hayatı Ruh sağlar. İsa ayrıca söylediği sözlerin ruh ve hayat olduğunu da söyledi. Bu iki düşünceyi bir araya getirdiğimizde, İsa’nın sözlerine göre yaşamanın Ruh aracılığıyla hayat getirdiğini görürüz. Her şeyde birinci olma arzusunu yenen güç budur.
İsa, üzüm suyunun “sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşma” olacağını söyledi. “Kan” sözcüğü aynı zamanda İsa’nın bizim için ölümüne işaret etmektedir. Şu öyküdeki kan antlaşmasını düşünelim.
Yedi yaşındaki Melek ile en iyi arkadaşı Nur bir gün parkta oturuyorlardı.
Melek arkadaşına dikkatle bakarak, “Sen benim en iyi arkadaşımsın” dedi.
“Sen de sonsuza dek benim arkadaşımsın” dedi Nur. “Kankardeş olalım mı?”
“Olur” dedi Melek. “Nasıl yapıyoruz?”
“Kan kardeş olmak için birbirimize sonsuza dek verdiğimiz bir söz olarak kanımızı karıştırmalıyız.”
“Kendimizi kesmemiz mi gerekiyor?”
“Evet.”
Böylece kızlar Nur’un annesinin mutfağında keskin bir bıçak buldular ve gizlice tekrar parka çıktılar. Nur bıçağı tedirginlikle koluna koydu ve ilk kan damlasını görene dek bastırdı. Melek sırada kendisinin olduğunu bilerek korkuyla baktı. Fakat Nur’la kan kardeşi olma arzusu baskın geldi ve töreni tamamladı. Melek kendi kolunu kestikten sonra kanayan kollarını birleştirdiler.
“Sonsuza dek senin en iyi arkadaşın olmaya ant içiyorum” dedi Nur.
Melek, “Ben de sonsuza dek senin en iyi arkadaşın olmaya ant içiyorum” diye karşılık verdi.
İsa bizim kurtarıcımız olmak ve bize sonsuz hayat vermek için bir antlaşma yaptı. Bunun için bedenini, yani canını verdi. Herkesi vaftiz yoluyla bu antlaşmaya girmeye çağırıyor. Rabb’in Sofrası’nda ekmekten ve üzüm suyundan pay aldığınızda, taahhüdünüzü yenilemiş olursunuz – birliğinizin sonsuza dek süreceğine dair bir ant. Mesih’le kan kardeş olursunuz.
Ülkemizin bağımsızlık mücadelesinde ölen insanlara saygı göstermek için Çanakkale’ye gidebiliriz. Onların ödediği bedeli hatırlayarak anayurdumuzu korumak için daha da derin bir anlayış besleriz. İsa, son akşam yemeğinde yeni bir anıt tesis etti. Bu Fısıh bayramı anıtı değildi. Rabb’in Sofrası’ydı. İsa’nın bizim için ölümünü düşünerek, O’nun bizim kurtuluşumuz için ödediği bedeli hatırlar ve takdir ederiz. Böylece O’na bağlılığımız artar.
Önderliği yozlaştıran gurur sorununa çözüm, İsa’nın kendi krallığındaki önderlere kendisi gibi hizmetkârlar olmaları çağrısıdır. Ancak bu doğal kalple yapılamaz. Bunu gerçekleştirmek için İsa’nın kalbinin içimizde yaşamasına ihtiyacımız var. Alçakgönüllü İsa’nın gücünün içimizde yaşamasını nasıl sağlayabiliriz? Bu doğal yoldan yapılamaz. Bir mucizedir. Fiziksel yiyeceğin fiziksel hayatımızı sürdürmeye yaradığı gibi, ruhsal besin de ruhsal hayatımızı sürdürür. Ekmek parçası ve üzüm suyu İsa’yı içimize almanın yalnızca simgeleridir. İsa’nın içimize gelmesinin gerçek yolu O’nun sözüne imandır. Allah’ın sözüyle besleniriz ve Allah’tan bize Mesih’in Ruhu’nu vermesini isteriz. Bizi temiz bir kalple başkalarına hizmet edecek kadar alçakgönüllü hale getiren, içimizdeki O’nun Ruhu’nun çalışmasıdır!
Tartışma Soruları
1. Zühtü Bey belediye başkanı olduğunda doğru ve dürüst olmayı neden başaramadı? Sizce bir koltuk insanın farklı
davranmasına neden olabilir mi?
2. Ayak yıkama ibadeti kesinlikle alçaltıcı bir etkinlik. Sizce ayak yıkama ibadeti gururlu bir insanı alçakgönüllü hale
getirmeye yeter mi? Yetmezse, sizce bizi gerçekten alçakgönüllü hale ne getirebilir?
3. Nur ve Melek’in kanında antlarını sağlamlaştıracak herhangi bir özel güç var mıydı? Yok idiyse, taahhütlerinin temeli neydi?
4. Bir kimsenin antlaşma yapmaya yönelik olarak verebileceği en büyük teminat nedir? İsa kurtuluş antlaşması için
neyi teminat olarak verdi? Kurtuluş antlaşmasında sizin teminatınız ne olacaktır?
23 Kaderi Değiştiren, Kitap 4, ders 16.
24 Bkz. Yuhanna 6:47–49.
25 Bkz. Yuhanna 6:51.
26 Bkz. Yuhanna 6:63.