Hiç ciddi bir seçim yapma zorunluluğuyla karşı karşıya geldiniz mi? Hiç ilerisinin net görülmediği bir durumda iki seçenek arasında sıkışıp kaldınız mı? Daha da kötüsü, hiç mantıklı seçeneğin en zor göründüğü ve en az istenir olduğu bir durumda kaldınız mı? Böyle durumlarda zihnimiz, farklı düşüncelerin birbiriyle üstünlük için yarıştığı bir savaş alanı gibi olur. Bu dersimizde İsa’nın hayatında böyle bir anı ele alıyoruz. Bu İsa’nın yaşama arzusu ile, ölerek Allah’ın isteğini yerine getirmesi arasındaki savaştı. Yeryüzünde tasavvur edebileceğimiz en sağlam bağlardan bazıları vatan sevgisi, aile sevgisi ve kendini koruma duygusudur. İsa benzersiz bir şekilde tüm bu büyük güçlerle aynı anda karşılaştı. Kazanacak mıydı? O’nun savaşından biz ne öğrenebiliriz?
Ayşe yaşadığı hayattan nefret ediyordu. Bütün gece çalıştıktan sonra bir otobüse bindi. Ona daha önce hiç binmemiş olmasına rağmen nereye gittiğini çok iyi biliyordu ve aklında bir planı vardı. Saat sabah 6:15’ti. Boğaz’ın bir yanından diğer yanına doğru dışarı baktı. Hava soğuk ve yağmurluydu. Otobüsün buharlı camı görüşünü bulandırıyor ve ona, yalnızca uyanabileceği bir rüya olmasını dilediği, kasvetli ve gri gerçekliği hatırlatıyordu. Bir aydan uzun bir süredir görmediği iki küçük çocuğu vardı. Bu bir anneye uygun bir hayat değildi, kesinlikle çocukları için umduğu hayat da değildi.
Çocuklar yaklaşık 80 kilometre uzakta, ücretli bir “teyze” ile kalıyorlardı. Çocukların yeterli bakım görebilecekleri ve beslenebilecekleri tek bulabildiği ortam buydu. Ayşe yeteri kadar para kazanıyordu. Onun sorunu para değildi. Mesele Ayşe’nin bir barda geceleri striptizci olarak çalışmasıydı. Bu işten normal bir fabrika işçisinin gündüz vardiyasında kazanabileceğinin dört mislinden fazlasını kazanıyordu. Fakat para her şey demek değildi; işi, bedenini ve ruhunu hırpalayarak aşındırıyordu sanki. Hayatı bu şekilde başlamamıştı, şimdiyse her şeyi tamamen bitirmeye sürüklenmişti. Çocuklarını her gün öpebildiği ve utanç olmadan yaşayabildiği bir hayatı düşlemişti. Ancak yıllar geçmiş, o hayat gelmemişti.
Ayşe’nin kocası beş yıl kadar önce bir kaza geçirmiş, apartman inşaatında çalışırken ölümüne düşmüştü. Hayatını kurtarmak için yapılan tıbbi çabalar küçük tasarru arına ve düğün altınlarına mal olmuştu. Birlikte krediyle bir apartman dairesi almışlardı ve Ayşe’ye umut veren tek şey buydu. Ne pahasına olursa olsun buna dört elle sarılmaya karar verdi. Barda altı yıl daha çalışırsa, evin borcunu ödeyebilirdi. Peki altı yıl daha yaşayabilecek miydi? Neden başka bir iş bulmuyordu? Neden ev temizliğine gitmiyordu? Neden bir kafede çalışmıyordu? Yanıt basitti; sıradan bir iş ancak kıt kanaat geçinmesini sağlayabilirdi, kesinlikle eve ödeyecek para getirmezdi. Sonra çalışırken çocukları ne olacaktı? Kreşe gitseler, faturaları ödedikten sonra geçinecek parası bile kalmayacaktı.
Belediye otobüsü durdu ve Ayşe indi. Yürürken kendi kendine konuşuyordu:
“Allah’ım, beni bu işten dolayı bağışla! Ve kendimi öldüreceğimden dolayı beni bağışla. Bunu yapmak zorundayım.”
Böyle utanç dolu bir hayatı daha fazla yaşamak istemiyordu. Erkekler onu sık sık baştan hoşuna gitmeyen şekillerde sıkıştırıyorlar ve dokunuyorlardı. Şimdi ise beş yıl kocasız geçirdikten sonra kendini aslında dokunmalarını arzu ederken buldu. Bu yüzden intihar etmek istiyordu. Dönüştüğü kadından iğreniyordu. Bu nedenle Allah’ın kendisini affedeceğini düşünüyordu; dürüst bir dürtü ile ölecekti.
Uykulu, ağlamaklı, fakat kararlı bir şekilde köprüye doğru yürüdü. Bir köprü üzerinde, iki yerin orta noktasında ölecek olması uygundu. Ne orada ne buradaydı, canlılığı askıya alınmış bir halde yaşıyordu, bu kocasının felaketiyle yarım kalan hayatına uygun bir simgeydi. Yalnızca yarım bir hayat yaşamış olan kocasına katılacaktı.
Sabah trafiğinin telaşı başlamıştı. Planı kendini köprüden aşağıdan geçen bir kamyonun önüne atmak ve hayatına son vermekti. Aşağı bakarak geçen arabaları seyrederken, ölümle ilgili karanlık düşüncelerinin yerini sevgili çocuklarının anıları aldı. Doğumlarını, göğsünde bıraktıkları hissi, anneye güvenlerini, ilk adımlarını ve sarılmalarını hatırladı. Geçen kamyonları seyretti ve uygun olanın önüne atlamaya hazırlandı. Ayaklarını sürüdü ve korkuluğu kavrayan elini gevşetti. Ölüm yalnızca bir adım ötedeydi.
Atlamak için gözlerini kapattığı sırada, üzerinden bir kararlılık dalgası geçti.
“Çocuklarımı yaşatmak için çalışmalıyım! Devam etmeliyim.”
İntiharının haberini alan çocuklarının resmi gözünün önünden şimşek çakar gibi geçti.
“Hayır!” diye bağırdı.
Eve gelerek yere yattı. Yanaklarından bir gözyaşı seli süzülerek kulaklarına doldu. Sessizlik içinde yattı. Gözyaşları durmak bilmiyordu. İçi acıyordu. Oğullarının yumuşak yanaklarını ve küçücük parmaklarını neredeyse ellerinde hissediyordu. Onları son gördüğünden beri beş hafta geçmişti.
“Ey Allahım, bana yardım et!” diye dua etti. “Bana yardım et, ne yapmalıyım?”
Ayşe’nin çocuklarına olan sevgisi onlar için her şeyi yapmaya gönüllü olmasını sağlıyordu. Kendini namuslu bir kadın olma ve çocuklarının rızkını sağlayan bir anne olma değerleri arasında bir yol ayrımında buldu. Büyük bir suçluluk duygusu ve günah yükü taşıyordu.
Bu dersimizde İsa’nın da çok büyük bir duygusal stresin acısını çektiğini göreceğiz. Öğrencilerine yaklaşık bir yıldan beri işkence göreceğini ve çarmıha asılacağını söylüyordu. Aralarından birinin kendisini ele vereceğini öngördü. Artık vakit gelmişti. Yahuda yemek yedikleri yukarı odadan ayrıldı ve başrahiplere gitti. Onları İsa’ya götürerek, neredeyse üç yıldır izlediği efendiye bir kese gümüş para için ihanet edecekti. İsa, onlar kendisini bir suçlu gibi tutuklamaya gelene kadar yalnızca birkaç saatinin kaldığını biliyordu. Yaklaşan tehlikeye dair önceden bilgisi olan İsa, duaya son derece ihtiyaç duyduğunu biliyordu.
İsa en sevgili öğrencileriyle birlikte serin gece havasına çıktı ve yakınlardaki bir zeytinlikte bulunan gizli dua yerine doğru yürüdü. Olayı hem Matta hem de Luka anlatsa da, her biri bize İsa’nın deneyimine dair daha fazla anlayış sağlayan benzersiz ayrıntıları belirtiyor. Matta 26. bölüm, 30–39 ayetlerini okuyarak başlayalım:
30 İlahi söyledikten sonra dışarı çıkıp Zeytin Dağı’na doğru gittiler. 31 Bu arada İsa öğrencilerine, “Bu gece hepiniz benden ötürü sendeleyip düşeceksiniz” dedi. “Çünkü şöyle yazılmıştır: ‘Çobanı vuracağım, sürüdeki koyunlar darmadağın olacak.’ 32 Ama ben dirildikten sonra sizden önce Celile’ye gideceğim.” 33 Petrus O’na, “Herkes senden ötürü sendeleyip düşse de ben asla düşmem” dedi. 34 “Sana doğrusunu söyleyeyim” dedi İsa, “Bu gece horoz ötmeden beni üç kez inkâr edeceksin.” 35 Petrus, “Seninle birlikte ölmem gerekse bile seni asla inkâr etmem” dedi. Öğrencilerin hepsi de aynı şeyi söyledi. 36 Sonra İsa öğrencileriyle birlikte Getsemani denen yere geldi. Öğrencilerine, “Ben şuraya gidip dua edeceğim, siz burada oturun” dedi. 37 Petrus ile Zebedi’nin iki oğlunu yanına aldı. Kederlenmeye, ağır bir sıkıntı duymaya başlamıştı. 38 Onlara, “Ölesiye kederliyim” dedi. “Burada kalın, benimle birlikte uyanık durun.” 39 Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp dua etmeye başladı. “Baba” dedi, “Mümkünse bu kâse benden uzaklaştırılsın. Yine de benim değil, senin istediğin olsun.”
İsa neden “ağır bir sıkıntı duymaya başlamıştı”? O’nun ne demediğine dikkat etmemiz yararlı olacaktır. Ölesiye korktuğunu, ya da ölesiye endişeli olduğunu söylemiyor. Bilakis, ölesiye kederli olduğunu söylüyor. İsa, işkence ve ölümden yalnızca birkaç saat uzakta olmasına rağmen, bunlardan korkmuyordu. O, görevini ve amacını biliyordu. Üzüntülüydü. İsa’yı bu kadar üzebilecek ne olabilirdi?
İsa şöyle dua ettiğinde bize ıstırabının nedenine dair bir ipucu veriyor:
“Bu kâse benden uzaklaştırılsın.”
Hangi “kâse”den bahsediyordu? Bu Mesih’in kaderinin kâsesinin ta kendisiydi. İsa kaderinin değişebileceğini ve seçme şansının olduğunu biliyordu. Aksi halde ricasını Allah’ın önüne getirmezdi. Bu, şöyle bir soruyu ortaya çıkarıyor: Mesih ne yapacaktı ki İsa’nın böylesine kederlenmesine neden olacaktı? Peygamberlerin Mesih’le ilgili yazdıklarını gözden geçirelim.
İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmek üzere dağa götürmesini okuduğumuzu hatırlıyor musunuz? Çocuk bıçağın batmasını hissetmedi, fakat buna gönüllüydü. Sonunda, çocuğun yerine geçen temsilci olarak bir koç kurban ettiler. Ne var ki, Allah bir koç sağladıktan sonra dahi, İbrahim o yerin adını “Rab sağlar” koydu. Bu, İbrahim’in gelecekte bir temsilcinin gelişini önceden bildirmesiydi. Allah İbrahim’e tüm dünyanın onun soyunda bereketleneceğini vaat etti. İbrahim’in oğlunun kurban edilmesi yalnızca bir itaat sınavı değil, Mesih’in görevine işaret eden, canlandırılmış bir peygamberlik sözüydü.
İsa’dan yaklaşık 700 yıl önce, Yeşaya peygamber Mesih’in başına ne geleceğini açıkladı. Sözlerini Yeşaya 53. bölüm, 7. ayette okuyalım:
7 O baskı görüp eziyet çektiyse de ağzını açmadı. Kesime götürülen kuzu gibi, kırkıcıların önünde sessizce duran koyun gibi açmadı ağzını.
Bundan yaklaşık 100 yıl sonra da, Daniel peygamber Mesih hakkında ek bilgi verdi. Onun yazdıklarını Daniel 9. bölüm, 26. ayette okuyalım:
26 ... Mesholunan kesilip atılacak, ve bir şeyi olmıyacak. (KM)
İbrahim ile İsa arasında 2000 yıla uzanan bir zaman köprüsü var. O zaman aralığında, gelecek olan Mesih’in simgeleri olarak, gerçekten milyonlarca koyun imanla kurban edildi. 2000 yıl sonra, İbrahim’in vaat edilen soyunun görevini yerine getirmesinin ve tüm dünyayı bereketlemesinin zamanı nihayet geldi. Tıpkı koçun İbrahim’in oğlu yerine temsilci olduğu gibi, vaat edilen Mesih, yani İsa, temsilci bir kurban olacaktı. Vaftizci Yahya’nın İsa hakkında söylediğini hatırlıyor musunuz? Yahya Şeria Irmağı’nda tövbe eden günahkârları vaftiz ederken, İsa’nın ırmağın kıyısına doğru geldiğini gördü. Hemen İsa’yı işaret ederek, halka seslendi:
“İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!”28
İsa derinden kederliydi çünkü kurbanlık Kuzu olma kaderi gerçekleşmek üzereydi. Fakat O’nu kederlendiren şeyin ölüm korkusu olmadığını unutmayalım. O’nu kederlendiren başka bir şey vardı.
İsa’nın zamanındaki kuzu kurbanlığının amacı günümüzde kestiğimiz bayram kurbanlarından ya da adak kurbanlarından farklıdır. Bizim gibi, onlar da her zaman lekesiz ve kusursuz, mükemmel bir kuzu seçerlerdi. Muhakkak ki İsa günahsız bir insan olarak, günahlı ve bu görev için yetersiz olan diğer peygamberlerin aksine, bu simgeye uygundu. Ne var ki, günümüzün kurbanları ile Kutsal Kitap zamanlarının kurbanları arasında, bilhassa hayvan kesilmeden önce olanlar bakımından, önemli bir fark bulunuyor. Kutsal Kitap’ın kurban modeli, kurbanı sunan kişinin ellerini kuzunun başına koymasını ve günahlarını itiraf etmesini gerektirir. Bu, itiraf yoluyla günahın aktarılmasıydı. Kuzu simgesel olarak günahkârın günahının cezası olan ölümü ödüyordu.
O gece, İsa Allah’ın Kuzusu rolünün doruk noktasına yaklaşırken, günahlar O’nun üzerine yükleniyordu. Kimin günahları? Yuhanna 1. bölüm, 29. ayette Vaftizci Yahya’nın söylediğini hatırlıyor musunuz?
“İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu.”
İsa tüm dünyanın günahını kendi üzerine alıyordu. Yani, bizimki dahil olmak üzere her insanın günahını!
Melek Cebrail de İsa’nın tüm dünyayı kurtaracağını söylemişti; O’nun amacı buydu. İsa’nın doğumundan önce şöyle dedi:
“Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak.”29
Şimdi, yüzlerce yıl sonra, tüm peygamberlerin söz ettiği ve beklediği an, Getsemani adlı zeytinlikte başlamak üzereydi. İsa’nın neden son derece büyük ıstırap içinde olduğunu anlamaya başladınız mı? O Allah'ın Kuzusu’ydu ve tüm dünyanın günahları O’na aktarılıyordu. O’nu kederlendiren ölüm korkusu değil, günahkâr bir dünyanın yararına görevini kabul eden kutsal bir adamın muazzam üzüntüsüydü! Hatta insanlığın günahını üzerine alması, İsa’yı Allah’tan ayıracak ve Baba Allah’ın kutsal yüzünü İsa’dan çevirmesini gerektirecekti. Bu üzücü olmalıydı!
Bundan sonra ne olduğunu görmek için Matta 26. bölüm, 42–45 ayetlerine bakalım:
42 İsa ikinci kez uzaklaşıp dua etti. “Baba” dedi, “Eğer ben içmeden bu kâsenin uzaklaştırılması mümkün değilse, senin istediğin olsun.” 43 Geri geldiğinde öğrencilerini yine uyumuş buldu. Onların göz kapaklarına ağırlık çökmüştü. 44 Onları bırakıp tekrar uzaklaştı, yine aynı sözlerle üçüncü kez dua etti. 45 Sonra öğrencilerin yanına dönerek, “Hâlâ uyuyor, dinleniyor musunuz?” dedi. “İşte saat yaklaştı, İnsanoğlu günahkârların eline veriliyor.”
İsa’nın duasının merkezindeki bu kâsenin sertliğini anlamamıza yardımcı olması için, Yeni Antlaşma’nın Vahiy kitapçığından kötülerin son gündeki yargılanmasını tasvir eden bir ayeti okuyalım. Vahiy 14. bölüm, 10. ayet:
10 Bir kimse ... Tanrı gazabının kâsesinde saf olarak hazırlanmış Tanrı öfkesinin şarabından içecektir. Böylelerine kutsal meleklerin ve Kuzu’nun önünde ateş ve kükürtle işkence edilecek.
İsa’nın ıstırap içinde olmasına şaşmamalı. O, kötülerin cezasından içecekti! İsa tüm dünyanın günahlarını ve bunların hükmünü kendi üzerine alıyordu. Tıpkı İbrahim’in oğlunun yerine koçun kurban edildiği gibi, şimdi İsa kurban olarak ölecek ve bizim işlediğimiz günahların cezasını ödeyecekti.
Yeşaya peygamber bu gerçeği, kitabının 53. bölümü, 10. ve 11. ayetlerinde ilan ediyor:
10 Ne var ki, RAB onun ezilmesini uygun gördü, acı çekmesini istedi. Canını suç sunusu olarak sunarsa... 11 Canını feda ettiği için gördükleriyle hoşnut olacak. RABbin doğru kulu, kendisini kabul eden birçoklarını aklayacak. Çünkü onların suçlarını o üstlendi.
Mesih’in ezilmesi ve acı çekmesi RABB’i nasıl hoşnut edebilirdi? Çünkü Allah günaha son vermek, böylece kendisinin belirlemiş olduğu koşula iman edenlerin kurtuluşunu sağlamak istiyordu. İsa’nın ölümüyle insanlığın günahının cezasını ödemesi O’nun isteğiydi. Böylece Allah’ın yasasının doğruluk gereklerini yerine getirecekti.
Sevgili dostlar, Allah’ın lekesiz Kuzusu kendini suçluların yerinde, dünyayı kurtarmak için gönüllü olarak kabul ettiği yerde bulduğunda, kendini nasıl hissetmiştir? O’nun mükemmel mizacı kötülükle bu kadar iç içe olunca ne kadar da sarsılmıştır?
Günahın aktarımı başlamıştı. İsa bunun zehrini hissetti ve ıstırap içinde kaldı. Allah’a yalvardı:
“Başka bir yolu varsa, öyle olsun.”
Ancak yine de Allah’ın isteğine boyun eğdi. Allah’ın gazabının kâsesi taşmak üzereydi. Ertesi gün olan olaylar Yeşaya’nın şu sözlerini yerine getirdi:
“Yine de RAB hepimizin cezasını ona yükledi.”30
Şimdi İsa günahların taşıyıcısı, bizim maruz kalmamız gereken gazabı taşıması İlahî adalet tarafından kabul edilen temsilci olarak duruyordu. O saatte gök O’na günahkârın yerinde duruyor gibi bakıyor ve günahlı insanlığın görmeyi tamamen hak ettiği muameleyle davranıyordu.
Şimdi aynı olayın tasvirini Luka 22. bölüm, 39–44 ayetlerinden okuyalım:
39 İsa dışarı çıktı, her zamanki gibi Zeytin Dağı’na gitti. Öğrenciler de O’nun ardından gittiler. 40 Oraya varınca İsa onlara, “Dua edin ki ayartılmayasınız” dedi. 41–42 Onlardan bir taş atımı kadar uzaklaştı ve diz çökerek şöyle dua etti: “Baba, senin isteğine uygunsa, bu kâseyi benden uzaklaştır. Yine de benim değil, senin istediğin olsun.” 43 Gökten bir melek İsa’ya görünerek O’nu güçlendirdi. 44 Derin bir acı içinde olan İsa daha hararetle dua etti. Teri, toprağa düşen kan damlalarını andırıyordu.
İsa, kendisini neşelendirecek olan hayatın normal konforlarına sahip değildi. Gece soğuktu. En iyi dostları uyuyorlardı. Fakat merhametli Allahımız İsa’nın ihtiyacını gördü ve O’nu güçlendirmek üzere bir melek gönderdi. Melek O’nu dövüş ringinden çekip çıkarmadı, ancak O’na yalnızca cesaret verdi. Bu, Allah ile Şeytan arasındaki büyük savaşta cephe hattıydı. Allah yalnızca bir Mesih atamıştı, bakireden doğan, İbrahim’in soyu. O “dünyanın günahını ortadan kaldırma” görevi uğrunda mücadele etmeliydi. Cinlerle savaşıp yenen ve ölüleri mezardan geri getiren İsa’ydı. Şeytan’ın pis hastalık icatlarıyla mücadele ederek hastaları iyileştiren ve sevinci geri getiren İsa’ydı. Şeytan tüm muharebeleri kaybetmişti. Ancak şimdi Şeytan bu saatleri savaştaki son şansı olarak görüyordu. Bu, insanlığın canı için verilen mücadelede her şeyin ya kaybedileceği ya da kazanılacağı kritik andı. Böylece Şeytan, cinler ordusunun toplayabileceği her tür şeytani cesaret kırma silahıyla Mesih’e saldırdı.
Aden bahçesinin yılanı Şeytan, güçlü yalanlar ve aldatmacalarla İsa’yı ayartmaya çalıştı. İsa’nın cesaretini kırmak ve O’nu Allah’ın Kuzusu olarak ölme görevini terk etmesi için ayartmak üzere çalışarak, O’nun karşısına dikildi. İsa tekrar Allah’a başka bir yol olup olmadığını sordu, ancak başka hiçbir çözüm yoktu. İsa’nın görev duygusunu karıştırmaya teşebbüs eden kötülüğün güçleri O’na saldırırken İsa’nın hissettiği ıstırap, kavrayışımızın ötesindedir. Belki Şeytan İsa’yla şöyle konuşmuştur:
“Sen gerçekten insanın günahını yüklenmeye mi çağrıldın? Şu güçsüzlüğüne bak! Şimdi bile büyük kan damlaları gibi terliyorsun; muhakkak ki sen Baba’nın kurtarmak üzere kudretli olması için atadığı kişi değilsin; öyle isen de, bununla ne kazanacaksın? Bak, hayatını ne zavallı, pis ve nankör insanlar için veriyorsun. Şimdi bile çevrendeki en iyi dostların uyuyor. Yahuda seni basit bir kölenin yatına sattı.”
İblis binlerce yıldır başkalarını ayartma sanatında ustalaşmıştı. Aden bahçesinde başarılı oldu, şimdiyse yanan kömür korları kadar tehlikeli düşüncelerle dünyanın Kurtarıcısı’nı ayartmaya çalışıyordu. İsa daha çok hararetle dua etti.
İsa zeytinliğin o kısmında dua ederken, tecrübe ettiği duygusal yük sanki iki büyük değirmen taşı arasında eziliyor gibiydi, üstteki taş Allah’ın insanın günahkârlığına karşı gazabı, alttaki taş ise cehennemî kötülüktü. En acı olanı ise şuydu: çok geçmeden Göksel Babası mevcudiyetini O’ndan geri çekmeye başlayacaktı. Canın bu ilahî tutulması ertesi günün sonunda tamamlanana kadar devam edecekti.
Allah’ın gazabı neden O’nun üzerine gelmeliydi? Allah neden İsa’yı böyle cezalandırdı? İsa hiçbir yanlış yapmamıştı. O, Allah’ın hükmünü hak edecek hiçbir şey yapmamıştı. Bu doğru. Ancak O’nun gönüllü temsilciliğine bizi aklama gücünü veren şeyin, O’nun mükemmel masumiyetinin olduğunu anlamamız önemlidir!
Hiç kimse kendi iyi işleri sayesinde göğe giremez. Ne yazık ki iyilik kötülüğü ortadan kaldırmaz, tıpkı sigorta parasının kazada ölen sevilen birinin hayatını geri satın alamadığı gibi. Alabilseydi, Ayşe kocası binadan düştükten sonra onun hayatını geri satın alırdı.
Sigorta parası hayatı satın almaz, iyi işler de sonsuz hayatı satın alamaz. Böyle yapmak Allah’a kendi yasasını çiğnemesi için rüşvet vermek olur. Allah’ın Yasası günahın cezalandırılmasını gerektirir. Allah dahi kendi yasalarını yerine getirir. Öyle yapmasaydı, Allah da suçlu olurdu. Pek çok kişinin beklediği “merhamet,” aslında Allah’tan yasayı çiğnemesini istemektir. Allah kuralları esnetmez. Ancak O, sınırsız hikmetiyle, bu yeryüzünde yaşamış tek mükemmel insan olan İsa Mesih’in kurbanlığı aracılığıyla günaha bir çözüm üretti.
Allah’ın yasasını çiğnemenin tek bir cezası vardır: sonsuz ölüm. İşlediğiniz günahın ne kadar büyük olduğunun önemi yoktur. Yalan söylemenin cezası cinayetin cezasıyla aynıdır. Göğün krallığında yasayı her şekilde bozmanın bedeli makuldür, zira bu göğün pak kalmasının ve evrenimizin sonunda temizlenmesinin tek yoludur. İsa kelimenin tam anlamıyla bizim göğe giriş biletimizi alıyordu. Getsemani Bahçesi’nde sanki O, dünyadaki tüm günahkârların yerine geçiyormuş ve sanki bizim günahlarımızı O işlemiş gibiydi. Günahın tamamı O’na yüklendi, buna mukabil cezası da öyle.
Dolayısıyla, aslında bize ait olan suç yükünü kendi üzerine alarak bunun gazabını tecrübe etmek üzereydi.
Ağır keder yükü altında kalan İsa, üç kez dostlarını yoklamak için geri döndü, ancak her seferinde onları uyurken buldu. Fakat İsa yine de onları sevdi. İsa her seferinde duasına geri döndü ve gökteki Allah’tan şunu diledi:
“Bu kâse benden alınsın.”
“Kâse,” üç kez dudaklarına geri kondu. Fakat İsa yine de Allah’ı sevdi. Şeytan’ın acı sataşmasına ve cinlerin istihzalı alaylarına maruz kalmıştı. Buna rağmen, O’nun hepimize duyduğu sevgi, O’nun bu karanlık gecede yola devam etmesini sağladı. Sonunda, Allah’ın isteğini kabul etmeye hazır olarak, güçlü bir biçimde ayağa kalktı. Denizi yatıştıran adam, gelmekte olan korkunç zulüm ve işkence saatlerinden inanılmaz bir sükunetle geçecekti. İsa’nın bu denenme kapılarından nasıl girdiğini, Luka 22. bölüm, 45–53 ayetlerinde görelim:
45 İsa duadan kalkıp öğrencilerin yanına dönünce onları üzüntüden uyumuş buldu. 46 Onlara, “Niçin uyuyorsunuz?” dedi. “Kalkıp dua edin ki ayartılmayasınız.” 47–48 İsa daha konuşurken bir kalabalık çıkageldi. Onikiler’den biri, Yahuda adındaki kişi, kalabalığa öncülük ediyordu. İsa’yı öpmek üzere yaklaşınca İsa, “Yahuda” dedi, “İnsanoğlu’na bir öpücükle mi ihanet ediyorsun?” 49 İsa’nın çevresindekiler olacakları anlayınca, “Ya Rab, kılıçla vuralım mı?” dediler. 50 İçlerinden biri başkâhinin kölesine vurarak sağ kulağını uçurdu. 51 Ama İsa, “Bırakın, yeter!” dedi, sonra kölenin kulağına dokunarak onu iyileştirdi. 52 İsa, üzerine yürüyen başkâhinlere, tapınak koruyucularının komutanlarına ve ileri gelenlere şöyle dedi: “Niçin bir haydutmuşum gibi kılıç ve sopalarla geldiniz? 53 Her gün tapınakta sizinle birlikteydim, bana el sürmediniz. Ama bu saat sizindir, karanlığın egemen olduğu saattir.”
Ayşe, çocuklarına duyduğu karşı konulmaz sevgi nedeniyle köprüden geri döndü ve intiharı reddetti. Bu kolay olan yol değildi.
Ayşe çocuklarıyla birlikte olabilmek için evini kaybedip fakir mi olmalıydı, yoksa evini elinde tutarak, nefret ettiği bir hayatı yaşamalı ve çocuklarından ayrı mı olmalıydı? Önündeki seçeneklerle boğuştu, evini elinde tutarak çocuklarıyla birlikte olamayacağını biliyordu. Saatlerce ağladıktan sonra zihninde bir karara vardı. Evini satmaya çalışacaktı.
Çocuklarını geri alacak ve onları kendisi büyütecekti. Yaşam maliyeti daha düşük olan Erzurum’a taşınacaktı, gerekirse şimdiki maaşının yalnızca küçük bir kısmına çalışacaktı. Ayşe’yi ileride daha da zor zamanlar bekliyordu, fakat o doğru olanı yapmıştı. Namuslu bir kadın olacaktı.
Bunalımın kendisini fırlatıp attığı yerden kalktı ve birazcık uyuyabilmek için yatağına yattı. Uyku mu? Evet, bu düşünce onu şaşırttı. Yüzüne pırıltılı bir gülümseme yayıldı. Huzuru olduğunun farkına vardı! Uykuyu bile düşünebiliyordu! Çocuklarının duvardaki resimlerine özlemle baktı.
“Nasılsınız, çocuklarım?” diye fısıldadı. “Yakında sizinle birlikte olacağım. Beraber yaşayacağız. Siz benim olacaksınız, ben de sizin. Sizi sonsuza dek seveceğim.”
İsa, Allah’tan tamamen ayrılışın ıstırabından kaçmak istedi. O, ayrıca dünyayı kurtararak gökteki Allah’ı hoşnut etmek de istedi. Her ikisini birden yapamazdı. Ayşe’nin çocuklarıyla birlikte olabilmek için evini ve dolgun bir maaşı kaybetmeye katlanmayı seçtiği gibi, İsa da bizi kurtarmak için dünyanın günahlarını yüklenmeyi seçti. O, bahçeye Allah’tan ayrılık düşüncesinin verdiği stresle girdi, fakat bahçeden sakin bir güç ile çıktı. Bizim tahayyül edemeyeceğimiz bir seviyede zihinsel ve duygusal mücadele vermişti, fakat bundan kararlılığı bilenmiş ve önündeki dehşet verici yola hazır bir halde çıktı.
Halen bir selamet adamı olarak, adamın kulağını iyileştirdi ve Petrus’a kılıcını yerine koymasını söyledi, zira İsa’nın kazanacağı savaş, sona dek sevgiyle ve nezaketle kazanılacaktı.
“Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur." (Yuhanna 15:13)
Tartışma Soruları
1. Doğru olanı yapmak sıkıntıya neden olacağı zaman, buna göğüs germe gücünü nasıl bulabiliriz? İsa nasıl güç buldu?
2. Kuzu kurbanı günahların bağışlanmasıyla nasıl ilgiliydi?
3. İsa’nın içeceği “kâse” neydi? Bunu “içmeye” O’nu iten neydi?
4. Bu derste nasıl bir umut buluyorsunuz?
28 Bkz. Yuhanna 1:29.
29 Bkz. Matta 1:21.
30 Bkz. Yeşaya 53:6.
Ayşe yaşadığı hayattan nefret ediyordu. Bütün gece çalıştıktan sonra bir otobüse bindi. Ona daha önce hiç binmemiş olmasına rağmen nereye gittiğini çok iyi biliyordu ve aklında bir planı vardı. Saat sabah 6:15’ti. Boğaz’ın bir yanından diğer yanına doğru dışarı baktı. Hava soğuk ve yağmurluydu. Otobüsün buharlı camı görüşünü bulandırıyor ve ona, yalnızca uyanabileceği bir rüya olmasını dilediği, kasvetli ve gri gerçekliği hatırlatıyordu. Bir aydan uzun bir süredir görmediği iki küçük çocuğu vardı. Bu bir anneye uygun bir hayat değildi, kesinlikle çocukları için umduğu hayat da değildi.
Çocuklar yaklaşık 80 kilometre uzakta, ücretli bir “teyze” ile kalıyorlardı. Çocukların yeterli bakım görebilecekleri ve beslenebilecekleri tek bulabildiği ortam buydu. Ayşe yeteri kadar para kazanıyordu. Onun sorunu para değildi. Mesele Ayşe’nin bir barda geceleri striptizci olarak çalışmasıydı. Bu işten normal bir fabrika işçisinin gündüz vardiyasında kazanabileceğinin dört mislinden fazlasını kazanıyordu. Fakat para her şey demek değildi; işi, bedenini ve ruhunu hırpalayarak aşındırıyordu sanki. Hayatı bu şekilde başlamamıştı, şimdiyse her şeyi tamamen bitirmeye sürüklenmişti. Çocuklarını her gün öpebildiği ve utanç olmadan yaşayabildiği bir hayatı düşlemişti. Ancak yıllar geçmiş, o hayat gelmemişti.
Ayşe’nin kocası beş yıl kadar önce bir kaza geçirmiş, apartman inşaatında çalışırken ölümüne düşmüştü. Hayatını kurtarmak için yapılan tıbbi çabalar küçük tasarru arına ve düğün altınlarına mal olmuştu. Birlikte krediyle bir apartman dairesi almışlardı ve Ayşe’ye umut veren tek şey buydu. Ne pahasına olursa olsun buna dört elle sarılmaya karar verdi. Barda altı yıl daha çalışırsa, evin borcunu ödeyebilirdi. Peki altı yıl daha yaşayabilecek miydi? Neden başka bir iş bulmuyordu? Neden ev temizliğine gitmiyordu? Neden bir kafede çalışmıyordu? Yanıt basitti; sıradan bir iş ancak kıt kanaat geçinmesini sağlayabilirdi, kesinlikle eve ödeyecek para getirmezdi. Sonra çalışırken çocukları ne olacaktı? Kreşe gitseler, faturaları ödedikten sonra geçinecek parası bile kalmayacaktı.
Belediye otobüsü durdu ve Ayşe indi. Yürürken kendi kendine konuşuyordu:
“Allah’ım, beni bu işten dolayı bağışla! Ve kendimi öldüreceğimden dolayı beni bağışla. Bunu yapmak zorundayım.”
Böyle utanç dolu bir hayatı daha fazla yaşamak istemiyordu. Erkekler onu sık sık baştan hoşuna gitmeyen şekillerde sıkıştırıyorlar ve dokunuyorlardı. Şimdi ise beş yıl kocasız geçirdikten sonra kendini aslında dokunmalarını arzu ederken buldu. Bu yüzden intihar etmek istiyordu. Dönüştüğü kadından iğreniyordu. Bu nedenle Allah’ın kendisini affedeceğini düşünüyordu; dürüst bir dürtü ile ölecekti.
Uykulu, ağlamaklı, fakat kararlı bir şekilde köprüye doğru yürüdü. Bir köprü üzerinde, iki yerin orta noktasında ölecek olması uygundu. Ne orada ne buradaydı, canlılığı askıya alınmış bir halde yaşıyordu, bu kocasının felaketiyle yarım kalan hayatına uygun bir simgeydi. Yalnızca yarım bir hayat yaşamış olan kocasına katılacaktı.
Sabah trafiğinin telaşı başlamıştı. Planı kendini köprüden aşağıdan geçen bir kamyonun önüne atmak ve hayatına son vermekti. Aşağı bakarak geçen arabaları seyrederken, ölümle ilgili karanlık düşüncelerinin yerini sevgili çocuklarının anıları aldı. Doğumlarını, göğsünde bıraktıkları hissi, anneye güvenlerini, ilk adımlarını ve sarılmalarını hatırladı. Geçen kamyonları seyretti ve uygun olanın önüne atlamaya hazırlandı. Ayaklarını sürüdü ve korkuluğu kavrayan elini gevşetti. Ölüm yalnızca bir adım ötedeydi.
Atlamak için gözlerini kapattığı sırada, üzerinden bir kararlılık dalgası geçti.
“Çocuklarımı yaşatmak için çalışmalıyım! Devam etmeliyim.”
İntiharının haberini alan çocuklarının resmi gözünün önünden şimşek çakar gibi geçti.
“Hayır!” diye bağırdı.
Eve gelerek yere yattı. Yanaklarından bir gözyaşı seli süzülerek kulaklarına doldu. Sessizlik içinde yattı. Gözyaşları durmak bilmiyordu. İçi acıyordu. Oğullarının yumuşak yanaklarını ve küçücük parmaklarını neredeyse ellerinde hissediyordu. Onları son gördüğünden beri beş hafta geçmişti.
“Ey Allahım, bana yardım et!” diye dua etti. “Bana yardım et, ne yapmalıyım?”
Ayşe’nin çocuklarına olan sevgisi onlar için her şeyi yapmaya gönüllü olmasını sağlıyordu. Kendini namuslu bir kadın olma ve çocuklarının rızkını sağlayan bir anne olma değerleri arasında bir yol ayrımında buldu. Büyük bir suçluluk duygusu ve günah yükü taşıyordu.
Bu dersimizde İsa’nın da çok büyük bir duygusal stresin acısını çektiğini göreceğiz. Öğrencilerine yaklaşık bir yıldan beri işkence göreceğini ve çarmıha asılacağını söylüyordu. Aralarından birinin kendisini ele vereceğini öngördü. Artık vakit gelmişti. Yahuda yemek yedikleri yukarı odadan ayrıldı ve başrahiplere gitti. Onları İsa’ya götürerek, neredeyse üç yıldır izlediği efendiye bir kese gümüş para için ihanet edecekti. İsa, onlar kendisini bir suçlu gibi tutuklamaya gelene kadar yalnızca birkaç saatinin kaldığını biliyordu. Yaklaşan tehlikeye dair önceden bilgisi olan İsa, duaya son derece ihtiyaç duyduğunu biliyordu.
İsa en sevgili öğrencileriyle birlikte serin gece havasına çıktı ve yakınlardaki bir zeytinlikte bulunan gizli dua yerine doğru yürüdü. Olayı hem Matta hem de Luka anlatsa da, her biri bize İsa’nın deneyimine dair daha fazla anlayış sağlayan benzersiz ayrıntıları belirtiyor. Matta 26. bölüm, 30–39 ayetlerini okuyarak başlayalım:
30 İlahi söyledikten sonra dışarı çıkıp Zeytin Dağı’na doğru gittiler. 31 Bu arada İsa öğrencilerine, “Bu gece hepiniz benden ötürü sendeleyip düşeceksiniz” dedi. “Çünkü şöyle yazılmıştır: ‘Çobanı vuracağım, sürüdeki koyunlar darmadağın olacak.’ 32 Ama ben dirildikten sonra sizden önce Celile’ye gideceğim.” 33 Petrus O’na, “Herkes senden ötürü sendeleyip düşse de ben asla düşmem” dedi. 34 “Sana doğrusunu söyleyeyim” dedi İsa, “Bu gece horoz ötmeden beni üç kez inkâr edeceksin.” 35 Petrus, “Seninle birlikte ölmem gerekse bile seni asla inkâr etmem” dedi. Öğrencilerin hepsi de aynı şeyi söyledi. 36 Sonra İsa öğrencileriyle birlikte Getsemani denen yere geldi. Öğrencilerine, “Ben şuraya gidip dua edeceğim, siz burada oturun” dedi. 37 Petrus ile Zebedi’nin iki oğlunu yanına aldı. Kederlenmeye, ağır bir sıkıntı duymaya başlamıştı. 38 Onlara, “Ölesiye kederliyim” dedi. “Burada kalın, benimle birlikte uyanık durun.” 39 Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp dua etmeye başladı. “Baba” dedi, “Mümkünse bu kâse benden uzaklaştırılsın. Yine de benim değil, senin istediğin olsun.”
İsa neden “ağır bir sıkıntı duymaya başlamıştı”? O’nun ne demediğine dikkat etmemiz yararlı olacaktır. Ölesiye korktuğunu, ya da ölesiye endişeli olduğunu söylemiyor. Bilakis, ölesiye kederli olduğunu söylüyor. İsa, işkence ve ölümden yalnızca birkaç saat uzakta olmasına rağmen, bunlardan korkmuyordu. O, görevini ve amacını biliyordu. Üzüntülüydü. İsa’yı bu kadar üzebilecek ne olabilirdi?
İsa şöyle dua ettiğinde bize ıstırabının nedenine dair bir ipucu veriyor:
“Bu kâse benden uzaklaştırılsın.”
Hangi “kâse”den bahsediyordu? Bu Mesih’in kaderinin kâsesinin ta kendisiydi. İsa kaderinin değişebileceğini ve seçme şansının olduğunu biliyordu. Aksi halde ricasını Allah’ın önüne getirmezdi. Bu, şöyle bir soruyu ortaya çıkarıyor: Mesih ne yapacaktı ki İsa’nın böylesine kederlenmesine neden olacaktı? Peygamberlerin Mesih’le ilgili yazdıklarını gözden geçirelim.
İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmek üzere dağa götürmesini okuduğumuzu hatırlıyor musunuz? Çocuk bıçağın batmasını hissetmedi, fakat buna gönüllüydü. Sonunda, çocuğun yerine geçen temsilci olarak bir koç kurban ettiler. Ne var ki, Allah bir koç sağladıktan sonra dahi, İbrahim o yerin adını “Rab sağlar” koydu. Bu, İbrahim’in gelecekte bir temsilcinin gelişini önceden bildirmesiydi. Allah İbrahim’e tüm dünyanın onun soyunda bereketleneceğini vaat etti. İbrahim’in oğlunun kurban edilmesi yalnızca bir itaat sınavı değil, Mesih’in görevine işaret eden, canlandırılmış bir peygamberlik sözüydü.
İsa’dan yaklaşık 700 yıl önce, Yeşaya peygamber Mesih’in başına ne geleceğini açıkladı. Sözlerini Yeşaya 53. bölüm, 7. ayette okuyalım:
7 O baskı görüp eziyet çektiyse de ağzını açmadı. Kesime götürülen kuzu gibi, kırkıcıların önünde sessizce duran koyun gibi açmadı ağzını.
Bundan yaklaşık 100 yıl sonra da, Daniel peygamber Mesih hakkında ek bilgi verdi. Onun yazdıklarını Daniel 9. bölüm, 26. ayette okuyalım:
26 ... Mesholunan kesilip atılacak, ve bir şeyi olmıyacak. (KM)
İbrahim ile İsa arasında 2000 yıla uzanan bir zaman köprüsü var. O zaman aralığında, gelecek olan Mesih’in simgeleri olarak, gerçekten milyonlarca koyun imanla kurban edildi. 2000 yıl sonra, İbrahim’in vaat edilen soyunun görevini yerine getirmesinin ve tüm dünyayı bereketlemesinin zamanı nihayet geldi. Tıpkı koçun İbrahim’in oğlu yerine temsilci olduğu gibi, vaat edilen Mesih, yani İsa, temsilci bir kurban olacaktı. Vaftizci Yahya’nın İsa hakkında söylediğini hatırlıyor musunuz? Yahya Şeria Irmağı’nda tövbe eden günahkârları vaftiz ederken, İsa’nın ırmağın kıyısına doğru geldiğini gördü. Hemen İsa’yı işaret ederek, halka seslendi:
“İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!”28
İsa derinden kederliydi çünkü kurbanlık Kuzu olma kaderi gerçekleşmek üzereydi. Fakat O’nu kederlendiren şeyin ölüm korkusu olmadığını unutmayalım. O’nu kederlendiren başka bir şey vardı.
İsa’nın zamanındaki kuzu kurbanlığının amacı günümüzde kestiğimiz bayram kurbanlarından ya da adak kurbanlarından farklıdır. Bizim gibi, onlar da her zaman lekesiz ve kusursuz, mükemmel bir kuzu seçerlerdi. Muhakkak ki İsa günahsız bir insan olarak, günahlı ve bu görev için yetersiz olan diğer peygamberlerin aksine, bu simgeye uygundu. Ne var ki, günümüzün kurbanları ile Kutsal Kitap zamanlarının kurbanları arasında, bilhassa hayvan kesilmeden önce olanlar bakımından, önemli bir fark bulunuyor. Kutsal Kitap’ın kurban modeli, kurbanı sunan kişinin ellerini kuzunun başına koymasını ve günahlarını itiraf etmesini gerektirir. Bu, itiraf yoluyla günahın aktarılmasıydı. Kuzu simgesel olarak günahkârın günahının cezası olan ölümü ödüyordu.
O gece, İsa Allah’ın Kuzusu rolünün doruk noktasına yaklaşırken, günahlar O’nun üzerine yükleniyordu. Kimin günahları? Yuhanna 1. bölüm, 29. ayette Vaftizci Yahya’nın söylediğini hatırlıyor musunuz?
“İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu.”
İsa tüm dünyanın günahını kendi üzerine alıyordu. Yani, bizimki dahil olmak üzere her insanın günahını!
Melek Cebrail de İsa’nın tüm dünyayı kurtaracağını söylemişti; O’nun amacı buydu. İsa’nın doğumundan önce şöyle dedi:
“Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak.”29
Şimdi, yüzlerce yıl sonra, tüm peygamberlerin söz ettiği ve beklediği an, Getsemani adlı zeytinlikte başlamak üzereydi. İsa’nın neden son derece büyük ıstırap içinde olduğunu anlamaya başladınız mı? O Allah'ın Kuzusu’ydu ve tüm dünyanın günahları O’na aktarılıyordu. O’nu kederlendiren ölüm korkusu değil, günahkâr bir dünyanın yararına görevini kabul eden kutsal bir adamın muazzam üzüntüsüydü! Hatta insanlığın günahını üzerine alması, İsa’yı Allah’tan ayıracak ve Baba Allah’ın kutsal yüzünü İsa’dan çevirmesini gerektirecekti. Bu üzücü olmalıydı!
Bundan sonra ne olduğunu görmek için Matta 26. bölüm, 42–45 ayetlerine bakalım:
42 İsa ikinci kez uzaklaşıp dua etti. “Baba” dedi, “Eğer ben içmeden bu kâsenin uzaklaştırılması mümkün değilse, senin istediğin olsun.” 43 Geri geldiğinde öğrencilerini yine uyumuş buldu. Onların göz kapaklarına ağırlık çökmüştü. 44 Onları bırakıp tekrar uzaklaştı, yine aynı sözlerle üçüncü kez dua etti. 45 Sonra öğrencilerin yanına dönerek, “Hâlâ uyuyor, dinleniyor musunuz?” dedi. “İşte saat yaklaştı, İnsanoğlu günahkârların eline veriliyor.”
İsa’nın duasının merkezindeki bu kâsenin sertliğini anlamamıza yardımcı olması için, Yeni Antlaşma’nın Vahiy kitapçığından kötülerin son gündeki yargılanmasını tasvir eden bir ayeti okuyalım. Vahiy 14. bölüm, 10. ayet:
10 Bir kimse ... Tanrı gazabının kâsesinde saf olarak hazırlanmış Tanrı öfkesinin şarabından içecektir. Böylelerine kutsal meleklerin ve Kuzu’nun önünde ateş ve kükürtle işkence edilecek.
İsa’nın ıstırap içinde olmasına şaşmamalı. O, kötülerin cezasından içecekti! İsa tüm dünyanın günahlarını ve bunların hükmünü kendi üzerine alıyordu. Tıpkı İbrahim’in oğlunun yerine koçun kurban edildiği gibi, şimdi İsa kurban olarak ölecek ve bizim işlediğimiz günahların cezasını ödeyecekti.
Yeşaya peygamber bu gerçeği, kitabının 53. bölümü, 10. ve 11. ayetlerinde ilan ediyor:
10 Ne var ki, RAB onun ezilmesini uygun gördü, acı çekmesini istedi. Canını suç sunusu olarak sunarsa... 11 Canını feda ettiği için gördükleriyle hoşnut olacak. RABbin doğru kulu, kendisini kabul eden birçoklarını aklayacak. Çünkü onların suçlarını o üstlendi.
Mesih’in ezilmesi ve acı çekmesi RABB’i nasıl hoşnut edebilirdi? Çünkü Allah günaha son vermek, böylece kendisinin belirlemiş olduğu koşula iman edenlerin kurtuluşunu sağlamak istiyordu. İsa’nın ölümüyle insanlığın günahının cezasını ödemesi O’nun isteğiydi. Böylece Allah’ın yasasının doğruluk gereklerini yerine getirecekti.
Sevgili dostlar, Allah’ın lekesiz Kuzusu kendini suçluların yerinde, dünyayı kurtarmak için gönüllü olarak kabul ettiği yerde bulduğunda, kendini nasıl hissetmiştir? O’nun mükemmel mizacı kötülükle bu kadar iç içe olunca ne kadar da sarsılmıştır?
Günahın aktarımı başlamıştı. İsa bunun zehrini hissetti ve ıstırap içinde kaldı. Allah’a yalvardı:
“Başka bir yolu varsa, öyle olsun.”
Ancak yine de Allah’ın isteğine boyun eğdi. Allah’ın gazabının kâsesi taşmak üzereydi. Ertesi gün olan olaylar Yeşaya’nın şu sözlerini yerine getirdi:
“Yine de RAB hepimizin cezasını ona yükledi.”30
Şimdi İsa günahların taşıyıcısı, bizim maruz kalmamız gereken gazabı taşıması İlahî adalet tarafından kabul edilen temsilci olarak duruyordu. O saatte gök O’na günahkârın yerinde duruyor gibi bakıyor ve günahlı insanlığın görmeyi tamamen hak ettiği muameleyle davranıyordu.
Şimdi aynı olayın tasvirini Luka 22. bölüm, 39–44 ayetlerinden okuyalım:
39 İsa dışarı çıktı, her zamanki gibi Zeytin Dağı’na gitti. Öğrenciler de O’nun ardından gittiler. 40 Oraya varınca İsa onlara, “Dua edin ki ayartılmayasınız” dedi. 41–42 Onlardan bir taş atımı kadar uzaklaştı ve diz çökerek şöyle dua etti: “Baba, senin isteğine uygunsa, bu kâseyi benden uzaklaştır. Yine de benim değil, senin istediğin olsun.” 43 Gökten bir melek İsa’ya görünerek O’nu güçlendirdi. 44 Derin bir acı içinde olan İsa daha hararetle dua etti. Teri, toprağa düşen kan damlalarını andırıyordu.
İsa, kendisini neşelendirecek olan hayatın normal konforlarına sahip değildi. Gece soğuktu. En iyi dostları uyuyorlardı. Fakat merhametli Allahımız İsa’nın ihtiyacını gördü ve O’nu güçlendirmek üzere bir melek gönderdi. Melek O’nu dövüş ringinden çekip çıkarmadı, ancak O’na yalnızca cesaret verdi. Bu, Allah ile Şeytan arasındaki büyük savaşta cephe hattıydı. Allah yalnızca bir Mesih atamıştı, bakireden doğan, İbrahim’in soyu. O “dünyanın günahını ortadan kaldırma” görevi uğrunda mücadele etmeliydi. Cinlerle savaşıp yenen ve ölüleri mezardan geri getiren İsa’ydı. Şeytan’ın pis hastalık icatlarıyla mücadele ederek hastaları iyileştiren ve sevinci geri getiren İsa’ydı. Şeytan tüm muharebeleri kaybetmişti. Ancak şimdi Şeytan bu saatleri savaştaki son şansı olarak görüyordu. Bu, insanlığın canı için verilen mücadelede her şeyin ya kaybedileceği ya da kazanılacağı kritik andı. Böylece Şeytan, cinler ordusunun toplayabileceği her tür şeytani cesaret kırma silahıyla Mesih’e saldırdı.
Aden bahçesinin yılanı Şeytan, güçlü yalanlar ve aldatmacalarla İsa’yı ayartmaya çalıştı. İsa’nın cesaretini kırmak ve O’nu Allah’ın Kuzusu olarak ölme görevini terk etmesi için ayartmak üzere çalışarak, O’nun karşısına dikildi. İsa tekrar Allah’a başka bir yol olup olmadığını sordu, ancak başka hiçbir çözüm yoktu. İsa’nın görev duygusunu karıştırmaya teşebbüs eden kötülüğün güçleri O’na saldırırken İsa’nın hissettiği ıstırap, kavrayışımızın ötesindedir. Belki Şeytan İsa’yla şöyle konuşmuştur:
“Sen gerçekten insanın günahını yüklenmeye mi çağrıldın? Şu güçsüzlüğüne bak! Şimdi bile büyük kan damlaları gibi terliyorsun; muhakkak ki sen Baba’nın kurtarmak üzere kudretli olması için atadığı kişi değilsin; öyle isen de, bununla ne kazanacaksın? Bak, hayatını ne zavallı, pis ve nankör insanlar için veriyorsun. Şimdi bile çevrendeki en iyi dostların uyuyor. Yahuda seni basit bir kölenin yatına sattı.”
İblis binlerce yıldır başkalarını ayartma sanatında ustalaşmıştı. Aden bahçesinde başarılı oldu, şimdiyse yanan kömür korları kadar tehlikeli düşüncelerle dünyanın Kurtarıcısı’nı ayartmaya çalışıyordu. İsa daha çok hararetle dua etti.
İsa zeytinliğin o kısmında dua ederken, tecrübe ettiği duygusal yük sanki iki büyük değirmen taşı arasında eziliyor gibiydi, üstteki taş Allah’ın insanın günahkârlığına karşı gazabı, alttaki taş ise cehennemî kötülüktü. En acı olanı ise şuydu: çok geçmeden Göksel Babası mevcudiyetini O’ndan geri çekmeye başlayacaktı. Canın bu ilahî tutulması ertesi günün sonunda tamamlanana kadar devam edecekti.
Allah’ın gazabı neden O’nun üzerine gelmeliydi? Allah neden İsa’yı böyle cezalandırdı? İsa hiçbir yanlış yapmamıştı. O, Allah’ın hükmünü hak edecek hiçbir şey yapmamıştı. Bu doğru. Ancak O’nun gönüllü temsilciliğine bizi aklama gücünü veren şeyin, O’nun mükemmel masumiyetinin olduğunu anlamamız önemlidir!
Hiç kimse kendi iyi işleri sayesinde göğe giremez. Ne yazık ki iyilik kötülüğü ortadan kaldırmaz, tıpkı sigorta parasının kazada ölen sevilen birinin hayatını geri satın alamadığı gibi. Alabilseydi, Ayşe kocası binadan düştükten sonra onun hayatını geri satın alırdı.
Sigorta parası hayatı satın almaz, iyi işler de sonsuz hayatı satın alamaz. Böyle yapmak Allah’a kendi yasasını çiğnemesi için rüşvet vermek olur. Allah’ın Yasası günahın cezalandırılmasını gerektirir. Allah dahi kendi yasalarını yerine getirir. Öyle yapmasaydı, Allah da suçlu olurdu. Pek çok kişinin beklediği “merhamet,” aslında Allah’tan yasayı çiğnemesini istemektir. Allah kuralları esnetmez. Ancak O, sınırsız hikmetiyle, bu yeryüzünde yaşamış tek mükemmel insan olan İsa Mesih’in kurbanlığı aracılığıyla günaha bir çözüm üretti.
Allah’ın yasasını çiğnemenin tek bir cezası vardır: sonsuz ölüm. İşlediğiniz günahın ne kadar büyük olduğunun önemi yoktur. Yalan söylemenin cezası cinayetin cezasıyla aynıdır. Göğün krallığında yasayı her şekilde bozmanın bedeli makuldür, zira bu göğün pak kalmasının ve evrenimizin sonunda temizlenmesinin tek yoludur. İsa kelimenin tam anlamıyla bizim göğe giriş biletimizi alıyordu. Getsemani Bahçesi’nde sanki O, dünyadaki tüm günahkârların yerine geçiyormuş ve sanki bizim günahlarımızı O işlemiş gibiydi. Günahın tamamı O’na yüklendi, buna mukabil cezası da öyle.
Dolayısıyla, aslında bize ait olan suç yükünü kendi üzerine alarak bunun gazabını tecrübe etmek üzereydi.
Ağır keder yükü altında kalan İsa, üç kez dostlarını yoklamak için geri döndü, ancak her seferinde onları uyurken buldu. Fakat İsa yine de onları sevdi. İsa her seferinde duasına geri döndü ve gökteki Allah’tan şunu diledi:
“Bu kâse benden alınsın.”
“Kâse,” üç kez dudaklarına geri kondu. Fakat İsa yine de Allah’ı sevdi. Şeytan’ın acı sataşmasına ve cinlerin istihzalı alaylarına maruz kalmıştı. Buna rağmen, O’nun hepimize duyduğu sevgi, O’nun bu karanlık gecede yola devam etmesini sağladı. Sonunda, Allah’ın isteğini kabul etmeye hazır olarak, güçlü bir biçimde ayağa kalktı. Denizi yatıştıran adam, gelmekte olan korkunç zulüm ve işkence saatlerinden inanılmaz bir sükunetle geçecekti. İsa’nın bu denenme kapılarından nasıl girdiğini, Luka 22. bölüm, 45–53 ayetlerinde görelim:
45 İsa duadan kalkıp öğrencilerin yanına dönünce onları üzüntüden uyumuş buldu. 46 Onlara, “Niçin uyuyorsunuz?” dedi. “Kalkıp dua edin ki ayartılmayasınız.” 47–48 İsa daha konuşurken bir kalabalık çıkageldi. Onikiler’den biri, Yahuda adındaki kişi, kalabalığa öncülük ediyordu. İsa’yı öpmek üzere yaklaşınca İsa, “Yahuda” dedi, “İnsanoğlu’na bir öpücükle mi ihanet ediyorsun?” 49 İsa’nın çevresindekiler olacakları anlayınca, “Ya Rab, kılıçla vuralım mı?” dediler. 50 İçlerinden biri başkâhinin kölesine vurarak sağ kulağını uçurdu. 51 Ama İsa, “Bırakın, yeter!” dedi, sonra kölenin kulağına dokunarak onu iyileştirdi. 52 İsa, üzerine yürüyen başkâhinlere, tapınak koruyucularının komutanlarına ve ileri gelenlere şöyle dedi: “Niçin bir haydutmuşum gibi kılıç ve sopalarla geldiniz? 53 Her gün tapınakta sizinle birlikteydim, bana el sürmediniz. Ama bu saat sizindir, karanlığın egemen olduğu saattir.”
Ayşe, çocuklarına duyduğu karşı konulmaz sevgi nedeniyle köprüden geri döndü ve intiharı reddetti. Bu kolay olan yol değildi.
Ayşe çocuklarıyla birlikte olabilmek için evini kaybedip fakir mi olmalıydı, yoksa evini elinde tutarak, nefret ettiği bir hayatı yaşamalı ve çocuklarından ayrı mı olmalıydı? Önündeki seçeneklerle boğuştu, evini elinde tutarak çocuklarıyla birlikte olamayacağını biliyordu. Saatlerce ağladıktan sonra zihninde bir karara vardı. Evini satmaya çalışacaktı.
Çocuklarını geri alacak ve onları kendisi büyütecekti. Yaşam maliyeti daha düşük olan Erzurum’a taşınacaktı, gerekirse şimdiki maaşının yalnızca küçük bir kısmına çalışacaktı. Ayşe’yi ileride daha da zor zamanlar bekliyordu, fakat o doğru olanı yapmıştı. Namuslu bir kadın olacaktı.
Bunalımın kendisini fırlatıp attığı yerden kalktı ve birazcık uyuyabilmek için yatağına yattı. Uyku mu? Evet, bu düşünce onu şaşırttı. Yüzüne pırıltılı bir gülümseme yayıldı. Huzuru olduğunun farkına vardı! Uykuyu bile düşünebiliyordu! Çocuklarının duvardaki resimlerine özlemle baktı.
“Nasılsınız, çocuklarım?” diye fısıldadı. “Yakında sizinle birlikte olacağım. Beraber yaşayacağız. Siz benim olacaksınız, ben de sizin. Sizi sonsuza dek seveceğim.”
İsa, Allah’tan tamamen ayrılışın ıstırabından kaçmak istedi. O, ayrıca dünyayı kurtararak gökteki Allah’ı hoşnut etmek de istedi. Her ikisini birden yapamazdı. Ayşe’nin çocuklarıyla birlikte olabilmek için evini ve dolgun bir maaşı kaybetmeye katlanmayı seçtiği gibi, İsa da bizi kurtarmak için dünyanın günahlarını yüklenmeyi seçti. O, bahçeye Allah’tan ayrılık düşüncesinin verdiği stresle girdi, fakat bahçeden sakin bir güç ile çıktı. Bizim tahayyül edemeyeceğimiz bir seviyede zihinsel ve duygusal mücadele vermişti, fakat bundan kararlılığı bilenmiş ve önündeki dehşet verici yola hazır bir halde çıktı.
Halen bir selamet adamı olarak, adamın kulağını iyileştirdi ve Petrus’a kılıcını yerine koymasını söyledi, zira İsa’nın kazanacağı savaş, sona dek sevgiyle ve nezaketle kazanılacaktı.
“Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur." (Yuhanna 15:13)
Tartışma Soruları
1. Doğru olanı yapmak sıkıntıya neden olacağı zaman, buna göğüs germe gücünü nasıl bulabiliriz? İsa nasıl güç buldu?
2. Kuzu kurbanı günahların bağışlanmasıyla nasıl ilgiliydi?
3. İsa’nın içeceği “kâse” neydi? Bunu “içmeye” O’nu iten neydi?
4. Bu derste nasıl bir umut buluyorsunuz?
28 Bkz. Yuhanna 1:29.
29 Bkz. Matta 1:21.
30 Bkz. Yeşaya 53:6.